"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mavi Marmara’nin Gazze Seferinin Bilinmeyenleri

Bir önceki yazımızda, İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna insanlık dışı bir şekilde uyguladığı devlet terörünün “beklenen bir senaryo” olup olmadığı üzerinde durmuş ve bazı sorular sormuştuk. O sorulardan bir bölümünü anımsamak gerekirse: “Bundan birkaç ay önce, bu gemilerin uluslararası karasularda seyir evraklarını tamamlama sürecinde çıkan problemler nasıl çözüldü? İdarenin yola çıkmasını teknik olarak doğru bulmadığı bu gemiler hangi ülke üzerinden evraklandırıldı? O toplantılarda, konvoy organizatörleri için “en iyi” ve “en kötü” senaryolar nelerdi? Organizasyon hangi senaryonun gerçekleşmesini bekliyordu?” Şimdi gelin hem o soruların bir bölümüne yanıt verelim, hem de yeni sorularla konuyu aydınlatmaya çalışalım.

Mavi Marmara Gemisi 1994 yılında 450 yolcu için inşa edilmiş bir yolcu gemisidir. Geminin Gazze için kalkışından önce bildirilen yolcu sayısı ise 615’dir. 16 kişilik gemi personelini de eklersek, geminin toplam yolcu sayısı 631’dir.

Öte yandan gemi İstanbul Deniz Otobüsleri İDO tarafından 1040 yolcu kapasitesi ile çalıştırılıyordu. Geminin güzergâhı da Marmara Adası ile Avşa arası. Yani Mavi Marmara Gemisi “uluslararası sefer” yapmıyor dolayısıyla SOLAS’a (Safety of Life at Sea – Denizde Can Emniyeti Sözleşmesi) uygun olması gerekmiyor.

Ancak Gazze seferi uluslararası bir sefer olduğundan gemi SOLAS kurallarına uygun olmak zorundaydı. En önemlisi Geminin filikalarının ve cansallarının kapasitesi SOLAS kurallarına göre yetersizdi. Geminin boyutu nedeniyle yeni filika koyma imkânı da olmadığından Bayrak İdaremiz, Mavi Marmara gemisine “Yolcu Gemisi Emniyet Sertifikası” veremedi.

İnsani Yardım Vakfı İHH ise bu problemi aşmak için kendisine önerilen yöntemi uyguladı ve geminin bayrağını değiştirerek kolay bayrak olan “Comoros” bayrağı çekti. Ve klası da Phonix olarak değiştirildi. Böylece gemide zorunlu olarak bulunması gereken tüm sertifikalar hazırlandı ve Mavi Marmara Gemisi “kâğıt üzerinde” uluslararası sefere hazır hale getirildi (!).

Amacı insani yardım olan bir kuruluşun can güvenliğini pek önemsemeden gemiyi uluslararası sefere çıkarmasını “denizcilik” bilgisizliğine vererek gelin şu soruyu soralım.

Sertifikaları, kâğıtları, evrakları “bir şekilde” tamamlansa da yolcu sayısı ortada olan Mavi Marmara Gemisi’ne, çok sıkı liman devleti kontrolü yapan Antalya Liman Başkanlığı, uluslararası sefere çıkma iznini hangi gerekçelerle verdi?

Geminin taşıdığı sertifikalardan biri de ISPS Kod (Uluslararası Gemi ve Liman Tesisi Güvenlik Kodu) gereği “Uluslararası Gemi Güvenlik Sertifikası”ydı. Buna göre demek ki Mavi Marmara’da Comoros bayrak idaresinden onaylı “Gemi Güvenlik Planı” mevcuttu (!) Peki nedir bu plan ve nedir ISPS Kod’un amacı?

Bu plan ve kod uluslararası sefer yapan gemileri ve içindekileri “teröristlere ve deniz haydutlarına” karşı korumak amacıyla vardır. Hiçbir nedenle “Taraf” devlete karşı değildir; tam tersine “Taraf” devletin güvenlik güçleri ile irtibatlı olmayı zorunlu kılar.

Öte yandan geminin ve yolcuların güvenliğinden birinci derecede sorumlu olan ve hem bu sorumluluk nedeniyle hem de mevcut sertifikalar gereği gideceği liman devletinin “uyarılarına uymakla sorumlu” olan kaptan, bu sorunluluğunu yerine getirmiş midir?

Şimdi sorulara ara verelim ve iç politikaya yönelik sorular soralım:

İktidarın Anayasa Değişikliği ile ilgili referandum tarihi beklentisi aslında neydi? İlan edildiği gibi 12 Eylül müydü, daha mı öncesiydi? Ya da bu soruya yanıt bulabilmek için şu soruyu soralım: “One minute” ile “Davos’da Drama” sahneleyen iktidar o tarihte inişe geçen oy oranını yüzde kaç oranında artırmıştı?

ABD’ye bu denli bağımlı olan bir iktidar gerçekten İran’la müttefik ve İsrail’le düşman mıdır?

İktidarın izlediği arabuluculuk politikası, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’ye biçtiği “model ortaklığın” bir sonucu mudur?

Sorular çok, üstelik yanıtlarını da biliyorsunuz…

Mavi Marmara’nın Gazze Seferinin bilinmeyenlerine ışık tutmaya çalıştığımız yazımızı, önceki makalemizdeki tespitimizle noktalayalım:

Kuşkusuz İsrail, bir Türk gemisine saldırmanın ve Türk kanı dökmenin yanıtını almalıdır. Ancak bu yanıtın ne olacağından önce Ankara’nın tehdidin kaynağını doğru saptaması gerekmektedir. Tehdidin İsrail’den önce ABD’den geldiğini görememek ya da bu gerçeği perdelemek Ortadoğu halklarına yapılan en büyük düşmanlıktır. ABD’nin kanatları altında kalarak, İsrail karşıtlığı yapmanın ne Filistin’e, ne Türkiye’ye ne de Ortadoğu’ya bir yararı vardır.

Mehmet Ali Güller
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder