"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

3 Haziran 2010 Perşembe

Gazze´yi mi Kendini mi Kurtariyor?

Japonya Başbakanı Hatoyama, Okinawa’daki ABD üssünü taşıma vaadini tutamadığı için istifa edince, aklıma Erdoğan’ın 17 yıl önceki görüşleri geldi.

İsrail için, “Zihniyet itibariyle insan denilen mükemmel varlığı, varlık sebebi dışında tanımlayan emperyalist, şovenist bir anlayışın ifadesidir. Türkiye’nin İsrail’i tanıması tarihimize sürülmüş bir kara lekedir” diye düşünüyor, şunları söylüyordu:

“Türkiye tercihini İsrail ve Filistin konusunda hala yanlış yapmaktadır. Şahsiyetli bir dış politika anlayışıyla, Filistin konusundaki tavrını belirleyerek, ‘Büyük İsrail’ projesini engellemelidir. İnanıyorum ki, bu çıkış Türkiye’yi madden ve manen güçlü kılacaktır. Türkiye, Fırat suyu politikasını tekrar gözden geçirmelidir. Ortadoğu’daki kanser mikrobu olan bu zihniyeti sulamak, beslemek kadar büyük bir zulüm olamaz… İsrail’i devlet olarak tanımıyorum.”

İddialarını AKP’yi kurduktan sonra da sürdürdü… “AK Parti olarak, İsrail’le yapılmış tank modernizasyon anlaşmasının askıya alınması için hükümete defalarca çağrıda bulunduklarını ve bulunmaya devam edeceklerini” anlattı. “Şu anda çatısı altında bulunduğumuz bu Meclis, millet iradesinin en yüksek ifadesidir. Bu Meclis’ten birçok milletvekili, Filistin’in mazlum halkıyla dayanışmak için Hükümeti, tankların modernizasyonu anlaşmasını askıya almaya çağırmaktadır” dedi.

8 yıllık iktidar döneminde bu köprünün altında ne suların geçtiğini gördük… İsrail’in eski Ankara Büyükelçisi Avivi’nin ifadesiyle, “Başlangıçta bir aşk ilişkisi yoktu. Ama zaman içinde sevgiyi yakalayıp, birçok konuda aynı anda, aynı çıkarları savunur” oldular.

Doğrudan kırmızı telefonlar, arabuluculuklar, Ofer’le kopmaz bağlar, HAMAS lideri Meşal’i Ankara’ya kendileri davet ettiği halde, karşılaşmamak için havaalanı yolundaki mobilya mağazalarına sığınmalar, cesaret ödülüne mazhar olmak, “one minute”dan sonra bile mayınlı arazilerin İsrail’e devrini canla-başla savunmak, 2008 Gazze katliamında TBMM’nin ortak bildiri yayınlaması talebini, “Bunlar hassas dengeler” gerekçesiyle geri çevirmek, muhalefetin, “İsrail’le ilişkileri kes” çağrısına, “Bekara karı boşamak kolay. Biz bakkal yönetmiyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetiyoruz” cevabını vermek falan.

Bitmedi. Şimdilerde, “one minute”den sonra olduğu gibi, Erdoğan’ın Nasır olmaya çalıştığı konuşulmaya başlandı ya… Erdoğan’a, “İslam dünyası Ahmedinejad’dan daha iyi bir sözcüyü hak ediyor” şeklinde sunulan bu teklif dahi 2007 başında Avrupa Musevi Kongresi Başkanı’ndan geldi. Yani görünürdeki krizlere rağmen, ilişkiler böylesine sıcak ve köklü bir halde ilerliyordu.

Pompalanaduran “Yeni Osmanlı İmparatorluğu” projesi, CIA’nın 2020 yılı projeksiyonuna koyduğu “Halifelik” senaryosunun, sadece ABD üretimi Ladin sülalesi değil, bazı Türklere uyanıkken bile “halife” olma rüyası gördürdüğünü de unutmayalım.

İsrail’in göz göre göre gelen katliamı yaşanmazdan önce neyle meşguldük? PKK, “Türkiye’yi kan gölüne çevirmekle” tehdit ediyor, peş peşe şehit cenazeleri geliyor, millet burnundan soluyordu. Kısaca tüm Türkiye’nin bölücülük ve teröre karşı yekvücut olması gereken bir sürece giriliyordu. Tüm gözler iktidara çevrilmiş, yakasına yapışılmaya başlanmıştı. İktidar ise neredeyse protestolar sebebiyle, “Ne yaparım da şehit cenazelerini yasaklarım” noktasındaydı!..

“Ergenekon” denilen muamma ile Türklüğe ve T.C.’ye sahip çıkanlar tecrit edilmiş, ülkede Gazze’ler oluşmuş ve bu tablo herkes tarafından sorgulanmaya başlamıştı!..

Anayasa değişikliğiyle ülkenin tamamının abluka altına alınacağı anlatılıp, referandum savaşına hazırlanılıyordu!..

Ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığına gelmesiyle iktidar, milletin gerçek gündemi, “yoksulluk ve yolsuzluk” zeminine çekiliyordu!..

Bunların tümü, iktidarın fiili siyasi desteğini arkasına koyduğu Gazze ambargosunu delme teşebbüsüyle güme gitti. Peki, oradaki sonuç ne? İsrail bir kez daha dünyaya meydan okudu, Gazze’yi deldirmedi. Onun için kazançtır?..

Ya Türkiye? Organizasyonu iktidara yakın İHH yapmış. Gemide Türk bayrağı var. Filistin’in tanıdığı Rum kesimi gemilerin geçişine izin vermemiş, ama bunlar Antalya Limanından çıkış yapmış. 6’sı Türk 9 kişi ölmüş ve ambargo delinememiş. “Kader” dememiz gerekiyor, yoksa Başbakan “imanımızı” sorgular!.. Herhalde kaybedilenler “güzel” de ölmemiştir. Çünkü madende değil, gemide öldürüldüler.

Bir de, bakmayın Erdoğan’ın, “Bedelini ödeyecekler” demesine… İnşallah asıl bedeli yine Türkiye ödemez. Baksanıza Obama, Erdoğan’a, “G-20 toplantısında sizinle yüz yüze, ayrıntılı olarak görüşelim” diyerek, Toronto’ya randevu vermiş. Bu arada İran’a yaptırım kararının alınacağı BM Güvenlik konseyi toplantısı Haziran sonuna ertelenmiş. Geçenlerde ABD büyükelçisi Jeffrey’nin, “Türkiye’nin çekimser oy vermesi bizim için hayır anlamına gelir” dediğini hatırlıyorum da, Türkiye ve İsrail’in “arasını yapmanın” bedeli, İran olmasın diye dua ediyorum.

İsrail saldırısı için Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yaptığı “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” benzetmesine de bir cümleyle değineyim. Öyleyse tüm dünyaya, aynen Bush gibi, “Ya bizdensiniz, ya düşman” diye meydan okumanız gerekmiyor mu?

Gelelim sadede… Neler oluyor, Başbakan Erdoğan ne yapmaya çalışıyor?

Kulakları çınlasın Cumhurbaşkanı Gül, Dışişleri Bakanlığı döneminde Fener Rum Patrikhanesinin taleplerine destek çıkarken, “Gücün Rusya’ya geçmesini istemeyiz” derdi. Ukrayna’nın Rusya’nın egemenlik alanına bırakılması ve İran konusunda yakınlaşmadan sonra Fener Rum Patriği Bartholomeos’un geçenlerde Moskova’ya gidip, Rus Patriği Kirill’le kucaklaşması, Devlet Başkanı Medvedev tarafından Kremlin’de ağırlanması, ABD ve Rusya’nın “yeni dünya düzeni veya paylaşımındaki” mutabakatının son işaretidir. Türkiye konusunda ise zaten tarihten bu yana aralarında fikir ayrılığı yok.

Ama birileri bizim sadece Orta Doğu’da değil, Rusya ile ilişkilerde de ABD’ye “meydan okuduğumuzu, dünya gücü” haline gelmeye çalıştığımızı zannetmemizi istiyor.

Onun için Medvedev Türkiye’ye geliyor, nükleer santral anlaşması imzalanıyor. Rusya sıcak denizlere iniyormuş, biz santrale aynen Nabucco’daki gibi “bekçilik” yapacakmışız ne gam?!..

Gazze’den hemen önce yaşanan bu olayı hatırlayın, Erdoğan, ABD’ye kafa tutup, Rusya’ya yanaştığı için üstü çizildiği söylenen Menderes’e benzetilmemiş miydi? Erdoğan’ın üstünü çizen var mı, yok mu bilemeyiz, ama belli ki her ihtimale karşı millete böyle bir mesaj veriliyor, varsa bu senaryoları bozmak, en azından geciktirmek isteniyordu.

Baykal’a yapılan belaltı operasyondan sonra da benzer mesajlar servis edildi… Birçok etkili ve yetkili kalem, “Sırada Erdoğan var” dedi. Buna ilişkin senaryoların tümü de “Ergenekon”a dayandırıldı. “Ergenekon”dan kast edilen artık malum, TSK… TSK’nın en yakın temasta olduğu, işbirliği yaptı ülkelerin başında hangisi geliyor; İsrail… Dolaylı, dolaysız bunlar yazıldı, söylendi.

Gazze’den önce bir üçüncü senaryo daha vardı. Vatan’dan Okay Gönensin dillendirdiği iki aşamalı senaryoya göre, Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişiklik paketini iptal edecek, hemen akabinde AKP’ye kapatma davası açılıp, Erdoğan başta olmak üzere birçok isme siyasi yasak gelecekti.

Şimdilerde Ankara’da bu senaryo yeniden ısındı, üstelik üçüncü bir aşamasından daha söz ediliyor. Güya, o senaryonun ilk iki aşaması tamamlandıktan sonra, Erdoğan’la arası enikonu açılan Ankara’daki zirvelerden birisinin öncülüğünde hemen yeni bir parti kurulacakmış. Partinin başı için de bu tür spekülasyonlarda her daim gündeme getirilen iki isimden biri düşünülüyormuş; Ahmet Davutoğlu veya Rifat Hisarcıklıoğlu!..

Doğru veya değil, siz olsanız paniklemez, tedbir almaya yönelmez, halkın en hassas olduğu konuda “halk kahramanı” olup, o senaristlere gücünüzü gösterme, hiçbir şey yapamıyorsanız bile, “vuruşarak, çekilme” yoluna gitmez misiniz?..

“Gönderilme” sendromuna düşenlere naçizane şu tavsiyede bulunabiliriz; İçeriye, en yakınlarına bakarak olsunlar!.. PKK’ya, “terör örgütü”, teröriste “terörist” denmesine karşı çıkıp, İsrail’e “terörist” diyen ve en sert tedbirlerin alınmasını isteyen AKP’nin önemli pusulalarından Cengiz Çandar gibilerinin “gazı”na da gelmesinler!..

Müyesser Yıldız
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder