"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

2 Haziran 2010 Çarşamba

Burnumu Kapatmadan Izleyemiyorum Bunlari

Ortalık sığ entelektüelden geçilmiyor. Siz onlara “medyatik entelektüel” de diyebilirsiniz. Z. Baumann “fastfood entelektüel” diyor, ekranda görünmeyince kendi varlıklarından endişe duyan anlamında. Bilgi üretmeyen, düşünce oluşturmayan ama başkalarının ürettiklerinden beslenen… Bir tür medya asalaklığı gibi bir şey… Sorgulamayan. Entelektüel “sorgulayan” olduğuna göre… Bunlara entelektüel demek ne kadar doğru karar sizin. Yaşam kordonlarının, göbek bağlarının bir ucu medyaya bağlı. Bağ kesildiği an soluk alıp veremiyorlar. Bir tür “ekran asalağı” diyeceğim ama dilim varmıyor.

Görüntü 1: Kanal Tv 8. Program “8. Gün.” Her konunun uzmanı Nazlı Ilıcak yine ekranda. Sanki bir tek arkasındaki dekor ve önündeki kanal adı değişiyor. O hep orada yaşıyor. Hanımefendi Tanklar ve Sözcükler kitabımdan söz ediyor. Söylediği her şey yanlış. O söylüyor, stüdyodakiler doğru bilgiyle düzeltiyor. Hanımefendi hiç sıkılmaksızın “haa, öyle miymiş, öğrendiğim iyi oldu” diyor. Dalga geçmiyor bu yanıtı verirken, son derece ciddi! CHP Parti Meclisi’nin yeni üyelerinden söz ediyor. “Mesela Nuran Yıldız” diyor, “Deniliyor ki bir kitap yazmış, Tanklar ve Sözcükler. Dünyanın her yerinde ordu siyasete müdahale eder, Genelkurmay demokrasinin deniz feneridir diyor.” Üzerine laf ürettiği kitabın kaynak fikri “deniliyor ki” ifadesinde duruyor.
Stüdyoda bulunan Enver Aysever soruyor, “Bu kitabı okudunuz mu?” Nazlı Hanım “Hayır, ben gazetede çıkan alıntıları söylüyorum” diyor, yüzüne dikkatle bakıyorum utanmıyor, kızarmıyor cümleleri kurarken… “Alıntılarla olmaz” diyor Enver Aysever, “Nuran Hanımın kitabını ben okudum, iyi gazeteci olmanın birinci ilkesi, üzerine konuştuğunuz kitabı okursunuz.” Nazlı Hanım hiç oralı değil, Enver Bey devam ediyor “Alıntılarla iş yaparsanız olmaz. Gazetecinin önce fikir namusu olacak!” Fikir namusu ağır söz… Anlayana… Bakıyorum ekrana, anlaşılmıyor sanki…

Görüntü 2: Kanal Kanaltürk. Program “Karşıt Görüş.” Medyaya asılı yaşayan Rasim Ozan Kütahyalı “Genelkurmay demokrasinin deniz feneridir diyen, tanklara selam duran Nuran Yıldız” diyor… Kesmiyor devam ediyor “İlker Başbuğ’un danışmanı olduğunu söylüyormuş sağda solda…” İnsaf diyorum. Bu son cümlesini yalanlamaktan yorulmuş olan benim. Ama adamın zihnine derin kazımış birileri, oradan silemiyor. Cümlesindeki “muş” ifadesi rivayete yani söylentiye işaret etmiyor mu? Dedikoducu biri demek ki. Bilgiye dayalı fikir yok, dedikoduya dayalı gevezelik çok. Demek ki diyorum okumuyor, duymuyor daha kötüsü anlamıyor…

Dikkat ettiniz mi? Her iki programda ve kimi köşe yazılarındaki ilgili yorumların kaynağı Taraf gazetesindeki haber. Fikir belirtenlerden hiç biri kitabımı görmemiş bile. Utanç verici değil mi? Ama onların değil, böyle bir ortamda iletişim öğretim üyesi olduğum için benim yüzüm kızarıyor.

Peki Taraf’ın kaynağı ne? Geçen yıl Aktüel’de (Taraf ve Aktüel’in yöneticileri akraba) benimle ilgili güya bir “analiz” yapılıyor. Gıyabımda. Sipariş usulü. Kitabımı önlerine açıp sözcük yapıştırmaca oynuyorlar. Yeni cümleler oluşturuyorlar. Cümleleri bağlamından koparıp yeni anlamlar üretiyorlar. Kitapta olmayan düşünceleri yazmışım gibi sunuyorlar. Kitap ordunun nasıl iletişim kurduğunu/kuramadığını anlatıyor. Bu konuda yazılmış ilk ve tek kitap. Gurur duyduğum ve 5 yılda yazdığım bilimsel bir çalışma. Dillerine doladıkları cümlenin tamamıyla nesnel dille yazılmış kitaptaki, koca bir bölümden küçük bir paragraftaki hali şöyle;

“Genelkurmay binasının ışıkları yanan pencereleri ulusal güvenlikle ilgili yoğun çalışmaların işareti olarak değerlendirilmekten başka anlamlar da taşımaktadır. Bir anlamda demokrasinin deniz feneri gibi işlev görür. Kimileri için bu deniz feneri kıyının nerede olduğunun işaretini verirken kimileri için de denizin sığlığını ve çarpılacak kayaları işaret edebilir…”(s.219)

İşte okur, okumadan kitap cinayeti işleyenlerin seçtikleri cümlenin bağlamı budur. Ordunun siyasete müdahalesini destekleyenlerin gece yanan bina ışıklarına “kıyıyı göstererek güven veren” anlamını, müdahaleyi desteklemeyenlerin ise “çarpılacak kaya, batacak gemi” anlamı yüklediği deniz feneri benzetmesinin iki tarafı da ortaya koyarak, bilimsel namusu olanların yapması gerektiği gibi yazılmış hali budur. Fikir namusu olmayanların anlamak istemediği de bu. Taraf olanlar, tarafsız olanları düşman bellermiş…

Öğrencilerime “Televizyon eğlence aracıdır” deyip bırakmıyorum, artık bir ekleme daha yapıyorum: “Televizyon tartışmaları bir tür kanalizasyona benziyor, burnunuzu kapatmadan izlemeyin.”

Nuran Yildiz
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder