"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

17 Haziran 2010 Perşembe

İslâm Devriminin Ucuna Gelmişken...

Başbakan “Sesiz bir devrim” gerçekleştirildiğini açıklayalı çok olmadı. Haklıydı, yalnızca 1923’te kurulan Cumhuriyet devletini kökten değiştirmekle kalmıyor; Osmanlı döneminde bile her türlü yontmaya ve yozlaşmaya karşın bir türlü yıkılamayan Türk egemen devlet yapısı da sonunda silinecekti.

Çok milliyetli, çok dinli, çok yönetimli; ama esas olarak Arap milliyetçiliğine dayanan bir üst yönetime sahip devlet kurma; mezhepler uzlaşmasını gözeten yeni bir rejim için atılan adımlardır “sessiz devrim” denilen girişim.

Anadolu’da yüzlerce yıldır yaşayan Türk egemenliğini yıkmak isteyen emperyalizm, Ortadoğu’nun Arap hanedanları, imparatorluk hülyalarıyla Türkiye’ye karşı düşmanlığı bazen açıktan bazen maskeli olarak sürdüren Acem tiranlığı, Büyük Bizans ideali peşinde koşmaktan bir türlü caymayan Atina devleti ve Fener Kilisesi…

Kimisi “liberalizm” diyerek, kimisi “etnik özgürlük” ve pek çoğu “din hürriyeti” ve “çok kültürlülük” diyerek dışarının yayılmacılarıyla ilan edilmemiş bir anlaşma içinde birleşiverdiler.

Türklerin ve Cumhuriyet devletinin ideallerine bağlı bin yıllık kardeşlerinin uyurgezerliğinde “Nasıl olsa bir şey olmaz” inancından kaynaklanan aymazlığından yararlanan “değişim koalisyonu” amacına ulaşmak üzerdir.

Değişimin ilkeleri ya da programı herkesin anlayacağı bir dille ilan edilmemişti. Yıllar içinde taksit taksit benimsetildi. Açıktan şiddete başvurulmamıştı; ama kurumların kilit yerlerine “değişim” inançlılar yerleştirilmişti. Özel yetkili mahkemeler, “sessiz” devrimin sindirici gücüne dönüşüverdi. Alışılagelmiş yasalar, kuralların yerini “devrimci” merkezin emirleri aldı. Herhangi bir toplu direnişle karşılaşmamak için genel yüklenme yerine parça parça sindirme programı uygulandı.

Emperyalist odaklar, geleneksel devletin yıpranmasından hoşnuttular; içerdeki gücü kendi yararlarına davrandığı sürece desteklediler. İçerdeki güç de aynı amaçla onları kullanabileceğine inançlıydı.

Ne var ki dışardakiler yıkılan Türk devletinin yerine; Arap-Fars İslamının egemen olacağı bir devletin oluşmasına izin veremezlerdi.

İçerdekiler de yüzlerce yıl sonra Arap-Fars-Kafkas Müslümanlarının birliğiyle kurulacak bir birleşik İslam imparatorluğunun karşısında en büyük engel olan Türk devletinin yerine kendi sultanlıklarını kurmalarına ramak kalmışken, iktidarı bırakıp gidemezlerdi. Böylesine bir fırsat yüzlerce yılda bir gelirdi.

“Kemalist” ve “Laik diktatörlük” hazır çökmüşken, işin ucuna gelmişken duraklamalı mı, yoksa yasal kurumların, mahkemelerin kâğıt üstünde geçerli olan yaslara dayanarak verecekleri kararlar hiçe sayılmalı ve hazır güç eldeyken kararlı bir “devrimci” adım atılmalı mı?

Zor soru! Yanıtını ancak gözü pek İslam devrimcisi liderler verebilir

Her şeyi göze alarak Anayasanın tersyüz edilmesi; Yargıtay’ın ve Anayasa mahkemesi kararlarının yok sayılması, Ortadoğu’da Hizbullahi davranışlara girişilmesi, Batı’ya açıktan kafa tutarak güç sınanması; yeni ittifakların denenmesi…

Çevreden herhangi bir tepki gelmemesi için Atina ve Ermenistan’la Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlık kavgasından miras sürtüşmelerin “sıfırlanması”; Türkiye sınırlarının tüm Arapların serbest geçişine açılmasını, günlük siyaset kapışmalarından sıyrılarak, yönetenlerin ideolojik amaçlarını gözardı etmeden düşünmenin tam zamanıdır!

Sorular açıktır:

* TSK’nin de amaçlara uygun biçime sokulması için “gemi limana” sabırla ilerletilecek mi yoksa “sesli” devrim aşamasına mı gelindi?

* Anayasa ve yüksek yargı kısa devre edildikten sonra serbest bir seçimle iktidara gelineceğine inananlar, gücü elinde bulunduranların kararlığını görmezden gelerek genel seçim nutukları mı atacaklar yoksa halka devlet üstüne oynanan bu oyunu mu anlatacaklar?

0 yorum:

Yorum Gönder