"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

23 Mayıs 2010 Pazar

Siz Hiç "Contingency Planning" Diye Bir Şey Duydunuz mu?

Sayın A. Nail Kubalı, yirmili yaşlarında Amerika’da danışmanlık yaptığı yıllarda başından geçen enteresan bir olaydan bahsetmişti geçenlerde Gözlem Gazetesi’nde. Olay şöyle:

Kansas eyaletinin Wichita kentinde bir kuruluşun yönetim kuruluna sunum yapan sayın Kubalı, toplantı sonrasında, yönetim kurulunun Afrika kökenli Amerikalı olan bir üyesiyle sohbet ederken bu zatın ABD ordusundan emekli bir yarbay olduğunu öğrenir. Üstelik bu Amerikalıyla sohbetlerini Türkçe olarak yapmaktadırlar. Amerikalı, “Türkçe’yi orduda öğrendiğini” söylediğinde Kubalı biraz şaşırarak, “Neden Türkçe öğrenmeyi tercih ettiğini” sorar.

Amerikalı’nın gülümseyerek verdiği cevap daha da şaşırtıcıdır: “Çünkü benim ödev kentim İstanbul!

Nasıl yani?”

Ben, Amerikan ordusu İstanbul’a girdiğinde, Türk sivil savunma ekiplerinin yolumuzu şaşıralım diye değiştirip karıştıracakları sokak tabelalarını yerli yerlerine takmakla görevliyim. Emekli olmama rağmen her yıl ‘tatilimi’ İstanbul’da geçiririm. Bunun için ordudan ücret alırım. İstanbul’u en küçük ara sokaklarına kadar bilirim.

(Açık İstihbarat : ABD Ordusu'nun İstanbul'u işgal etmek gibi sonunu getirecek bir çılgınlığı yapması durumunda İstanbul sokaklarından çok Washington ve Los Angeles sokaklarını düşünmesi gerekecektir.)

Adeta kanı donan Nail Kubalı’nın ağzından, “Ama biz sizin müttefikiniziz! NATO üyesiyiz!” sözleri dökülünce hala gülümsemekte olan Amerikalı şu cevabı verir:

Contingency Planning!

Anlayamadım… O da nedir?

Şöyle ki, ABD silahlı kuvvetlerinin her türlü ihtimale göre böyle yüzlerce planı vardır. Bunlar hazırlanır, yarın uygulanacakmış gibi çalışılır ve öylece bekletilir. Ama bunlar uygulanacak diye bir şart yoktur. Sadece uygulamayı gerektirecek bir durum ortaya çıktığında hazırlıklı olmak içindir.

İşte bizdeki yandaş medyanın “darbe planı” olarak lanse etmeye çalıştığı çeşitli askeri planlar da birer “Contingency Planning”den ibarettir. Öyle olduğu, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bu planların hayata geçirilmemiş olmasından da bellidir.

Şimdi ey okuyucu! Sizin de aklınıza şöyle bir soru takılmıyor mu?:

Günün birinde Amerikalı savcılar Pentagon’un kozmik odalarını aramaya kalksalar ve orada ABD’nin, müttefiklerini işgal ettiği ya da bir ABD başkanının çıldırarak ülkeyi nükleer savaşa sokmak gibi bir delilik yapmaya kalkışmasını önlemek için hazırlanmış “Contingency plan”ları bulsalar, acaba Amerikan medyası da, “Bak sen şu generallere! Müttefik bir ülkeyi işgal etmek için ve Başkan’ı devirmek için darbe planları yapmışlar!” diye ülkeyi ayağa kaldırır mıydı?..

Gerçi doğru ya, nasıl da unutmuşum: Orada devletinin ordusuna kin, nefret ve düşmanlık besleyip; onu, bertaraf edilmesi gereken en büyük engel olarak gören ve yıpratmak için elinden geleni ardına koymayan ihanet içerisindeki karşı devrimci işbirlikçiler yoktu!..

Her olasılığa (hatta mevcut şartlarda olasılıksız görünen ancak şartlar ve şahıslar değiştiğinde yüzde 1 bile olsa gerçekleşme ihtimali doğabilecek olağanüstü olaylara) karşı hazırlıklı olmak için yapılan böyle yüzlerce plan, yazıda kaldığı, Amerikan silahlı kuvvetleri fiilen uygulamaya kalkışmadığı sürece “teşebbüs” sayılmazlar ve dolayısıyla suç da teşkil etmezler. Ve işte bu yüzdendir ki bunları hazırlayan Amerikalı generaller ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşabilmektedirler.

Bizde ise çapulcu medyasının kopardığı yaygara neticesinde, ömürlerini vatana ve millete adamış onlarca kahraman komutanımız “darbecilik” yaftası yiyerek suçsuz yere tutuklanmakta, bölücü teröristlerin bile görmediği muamelelere ve aşağılamalara maruz bırakılmakta ve “zindan”lara gönderilmektedir. Hak-hukuk, adalet, vefa bu değildir. Bunun adı olsa olsa “karşı devrim engizisyonu”dur, nankörlüktür.

Nail Kubalı, Gözlem Gazetesi’nde yayınlanan ilgili yazısını şöyle bir soru ile sonlandırmış:

Acaba ‘contingency planning’ denilen bu konuyu iyi bir öğrensek, darbe korkumuzu biraz kontrol altına alabilir miyiz?

Alamazlar Nail ağabey, alamazlar. Boşuna ümitlenme… “Contingency planning”in ne olduğunu bilseler bile –ki içlerinde bilenleri muhakkak vardır- bunlar korkularını kontrol altına alamazlar. Çünkü bu zevatın asıl korkusu darbe değil, TSK’nın bizzat kendisi, temel ilkeleri ve çağrıştırdıklarıdır. Ne de olsa TSK, “Türk”ü çağrıştırmaktadır, “Mustafa Kemal Atatürk”ü ve onun önderliğinde Türk Milleti’nin gerçekleştirdiği “Türk Devrimi”ni çağrıştırmaktadır; “üniter devlet”i, “milli devlet”i, “laikliği” ve “Cumhuriyet”i çağrıştırmaktadır. İşte asıl korkuları ve kinleri bu kavramlara karşıdır. Bu yüzden onlara göre, TSK darbe yapsa da yapmasa da kötüdür ve “Aahh ahh!.. Keşke hiç olmasaydı” diye iç geçirdikleri türden birşeydir.

Bir düşünsenize: Korktukları ve kınadıkları şey sahiden de “darbe” olsa idi; kusursuz bir işbirliği halindeki “uzaktan kumandalı cemaat ve mevcut hükümet”in, “durmak yok, yola devam” şeklinde sloganlaştırdığı bir azim ve hırs içerisinde, acımasızca Türkiye Cumhuriyeti’nin vidalarını gevşettiği ve çivilerini söktüğü karşı devrimci sivil darbeyi görmezden gelirler ve hatta bu denli destekçisi ve yardakçısı olurlar mıydı?

Sonuçta darbe darbedir, öyle değil mi?..

(*): Dilimizdeki karşılığı “Ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen” olan “contingency” sözcüğü, “plan” sözcüğüyle birlikte “Contingency plans: Olağanüstü durum planları” anlamında kullanılmaktadır. Türkçe’de, askeri yazışmalarda bu planlar, “İhtimalat (olasılıklar) Planları” olarak adlandırılmaktadır.

Tolunay Kutoğlu
acikistihbarat.com

0 yorum:

Yorum Gönder