"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

25 Mayıs 2010 Salı

Bu Liberaller O Faşistlere Çok Benziyor



“Statüko” sözcüğünü en sık kullananlar arasında bir sıralama yapılsa bizim liberaller her şeye rağmen Hitler ve Mussolini’nin gerisinde kalırdı. Ama üzülmelerine gerek yok, başka alanlarda onları yakalayabilirler.

O faşistler I. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası statükoya karşı oldukları gibi, liberal demokrasinin kurumsal statükosuna da karşıydılar. Sanırım “Ama bu liberaller parlamenter sistemi savunuyorlar” diyeceksiniz. Emin olun bizdeki parlamenter sistemi görseler o faşistler de bu konuda yeniden düşünme ihtiyacı duyar, lider sultasına hayran kalırlardı. Bu liberaller için kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, yürütmenin ve idarenin denetlenmesi, çoğulcu demokrasi, denge fren mekanizmaları, müzakereci demokrasi tarihin çöp sepetine gidecek klasik liberal ya da anakronik liberal tezler artık. Darbe anayasasının öz çocuğu olan anayasa paketine yaptıkları tezahürat, demokratların, sosyalistlerin, klasik liberalizme inananların sesini boğuyor. Liberal Andrew Arato bile statükocu ilan ediliyor.

FAŞİZM DE DEĞİŞİM PROGRAMIYDI
“Ama bu liberaller değişim istiyor” diyeceksiniz. Faşizm de toplumsal değişim taleplerine karşı geliştirilen bir başka değişim programı değil miydi? Bu liberaller, “maden ocaklarında, tersanelerde kimse ölmesin” mi diyor? Gelir dağılımında, temsilde adalet mi istiyor, Tekel işçilerinin sesini mi duyuyor? “Rant dağıtımı üzerine kurulu siyasal sistem değişsin” mi diyorlar yoksa? En sevdikleri değişim, alıcıyla satıcı arasındaki değişim; hiç şüpheniz olmasın. Bağlı oldukları tek değerse artı-değer. Sosyal Darwinizm hamurlarında var: Sosyal güvenlik, parasız eğitim, parasız sağlık kendilerinin yaratmak istedikleri statükoda da yok.

“Ama bu liberaller ırkçı değil” diyeceksiniz? Mussolini ırkçı mıydı? Irkçılık faşizmin ayırıcı bir niteliği değil ki. Faşist Parti’de Yahudilerin oranı yarıya ulaşmadı mı? Bu liberallerin ben/öteki ikiliği üzerine kurulu hümanizmi ile zenofobik milliyetçiliğin biz/ötekiler ikiliği üzerine kurduğu ayrımcılık arasındaki mesafe sadece bir adım. Bu liberallerin ötekileştirmeye karşı savunduğu berikileştirme de asimilasyoncu değil mi? Sadece araçları farklı. Üstelik öteki, bu liberallerin akıl hocalığını kabul ederse “makbul öteki” olabiliyor. Yoksa Ergenekoncu bile olabilir. Paketlerini boykot eden BDP’ye demedikleri kaldı mı? Sadece kendilerini takdir edecek birilerine sürekli ihtiyaç duyduklarından ötekine yakınlaşırlar.

Kolektivizmi o faşistlerin ayırıcı özelliği olarak görüyorsanız, bu liberallerin her şeyin yandaş olanını sevdiğini sözlerimize ekleyelim. Aydınından medyasına, sermayesinden sendikasına, savcısından raportörüne, belediye başkanından valisine uyum göstermeyenin vay haline. Ara sıra aralarından farklı sesler çıkaranları duyarsanız aldanmayın. O da bireyselliklerinden değil senkronizasyondaki aksaklıktan. Gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirler hemencecik. Uranyum zenginleştireceklermiş, yandaş olanını bulurlarsa tabii! Bu liberallerin organizmacı olmadığını mı düşünüyorsunuz? Cumhur Eşbaşkanı işçilere “Ayaklar baş olamaz!” dedi de bu liberaller geçiştirmediler mi? Vücudun hangi organı ne iş yapar diye bir fikirleri yok mu sanıyorsunuz? Mide konusundaki hassasiyetleri size bir şeyler anlatmıyor mu?

AHLAK EYLEMDE GÜÇSÜZDÜR
“Bunların tutarlı bir düşünce yapısı yok ki, hatta gün gün farklı şeyleri savunuyorlar” diyebilirsiniz. O faşistlere benzemediklerine dair kanıt olarak da sunabilirsiniz bunları. Önceki söyledikleriyle sürekli çelişmelerine de, “Ahlaksızlık sadece!” diyebilirsiniz. Biz ise onları ahlaki bakımdan artık eleştirmiyoruz. Marx ve Engel’in söyledikleri gibi, “Ahlak eylemde güçsüzdür; sürekli karşısında yenilgiye uğradığı kötülükle savaşır.” Bu liberallerin hallerini döneklikle değil pragmatizmle açıklıyoruz ki, bu da o faşistlerin en belirgin özelliklerindendir.

ANTİMİLİTARİST Mİ DEDİNİZ
Bu liberallerin militarizm konusundaki yaklaşımları sizi etkilemiş olabilir. Ama ben İncirlik Üssü kapatılsın dediklerini duymadım. Militarizm de faşizmin olmazsa olmazı değil ayrıca. Bu liberallerin “Kansız iç savaş” söylemini çok sevdiklerini de ekleyelim. Ama onlar sadece savaş boyası sürerler cepheye gitmezler. Savaş söylemini safları sıklaştırmak için kitleleri hedefe doğru seferber etmek için kullanırlar. Bu söylem faşizm için önemli moral değerlerin kaynağıdır, savaşmak zorunlu değildir. Jonah Goldberg, Liberal Faşizm kitabında “toplumun militarize edilmesi faşizmin liberal devlete saldırısının bir parçasıydı” diyor. Söyleneni bu liberallerin tutumuna benzetmiyor musunuz? Cengiz Çandar’a kulak verin o zaman. O faşistler hedeflerine liberal devlet diyordu, bu liberaller Kemalist devlet. Başka birileri daha yaratıcıydı: “Son sosyalist devlet” ya da “İçimizdeki Sovyetler Birliği”. İsimlerini değiştirerek nesneleri değiştiremezsiniz. Bu liberallerin saldırdıkları da, egemen çıkarları artık yeterince egemen kılamayan yine basbayağı kapitalist devletti. Ne görüyorsunuz? Köpek mi kuyruğunu sallıyor; kuyruk mu köpeğini? Ben devleti neyleyim “Devlet Benim!” olmadıkça.

DEVLETÇİLER Mİ
Bunları söyledim diye bu liberallerin devletçi olmadıklarını düşünmeyin. Bakın demin söyledim: O faşistler de o günkü mevcut devlete saldırdılar. O faşistler ancak devleti ele geçirdiklerinde devlete kutsiyet atfettiler. Bugün bu liberaller YÖK konusunda bir şeyler söylüyorlar da ben mi duyamıyorum? Bugün bu liberaller devletin en operasyonel biriminin yani yürütmenin, her şeye kadir olmasını öngören anayasa paketini desteklemiyorlar mı? Devlet küçülsün diyorlar, güçsüzleşsin demiyorlar ki. Marx ve Engels, “devlet egemen sınıfın baskı aygıtıdır” diyor; bu liberaller “öyle olmalıdır” deyip Jandarma Devleti savunuyorlar: “Yargısı yasaması da yürütmenin kontrolünde olsun, birlikten kuvvet doğar”. Yargının zaman zaman egemen sınıf çıkarlarından bağımsız karar alabilmesi de göze batıyor. Devlet tam olarak “bu liberal devlet” olunca, “her şey devlet için” olacak, inanın bana.

Bu liberallerin darbe konusundaki tavırlarını, söylediklerimi çürütmek için öne sürmeyin sakın. Ağır konuşurum! Şimdilik şununla yetinin: O faşistlerin de devleti ele geçirdikten sonra en hoşlanmayacakları şey kuşkusuz kendilerine karşı yapılacak bir darbeydi. Üstelik bu liberallerin azizleri Hayek ve Friedman, Pinochet darbesini desteklediler mi desteklemediler mi? Siz onu söyleyin. Sizi 12 Eylül darbecilerini yargılayacaklarını söyleyerek mi kandırıyorlar? 24 Ocak Kararlarını yargılamadan darbecileri yargılamak mümkün mü? Darbecileri zindanda görmek isteyecek kadar demokratsınız biliyorum. Hayallerinizle avutuyorlar görüyorum. Ama Kenan Evren demir parmaklıklar ardında ne söyleyecek biliyor musunuz? “Fikrimiz iktidarda biz zindandayız netekim”.

Hukuk konusunda henüz taklit aşamasındayız: Bir Carl Schmitt çıkaramadık. Ama yaratıcılık da taklitle başlar. Führerin hukukçusunun kitapları çevriliyor, tavsiye ediliyor, üzerine tezler yazılıyor. Özellikle onun kriz ve karar teorileri liberal hukukçular arasında çok moda. Nedenine geleyim. Gerilim yaratma, “kansız iç savaş” söyleminde olduğu gibi kitleleri militarize, terörize etme, faşizmin yönetim politikasıdır ve insanlarda sürekli bir kriz duygusu yaratır. Kriz sözcüğünün etimolojisi bize karar verilecek anı hatırlatır. Kriz varsa demokratik tartışma ve müzakere değil sadece karar vardır. Karar veren ise egemendir. Almanya’da Führer… Anayasa paketi şapkadan çıktığında bu liberaller “anayasa demokratik müzakereyle, çeşitli toplum kesimlerinin katılımıyla yapılmalıdır” dediler mi? Duyan var mı?

Demokrasi söylemleri buna rağmen sizi etkiliyor mu? Hatta kendilerini demokrat kendilerinden olmayanları statükocu olarak nitelendirmelerini, onların radikal demokratlığına mı bağlıyorsunuz? Hemen söyleyeyim: “İkili karşıtlıkların mantığı tahakküm mantığıdır”. “Ya sev ya terk et”, “Çözümün bir parçası değilsen sorunun bir parçasısın” söylemleri o faşistlerin dilinden düşmüyordu. Üstelik Faşist İtalya ve Almanya bazı yönlerden eskisinden daha demokratik olarak görülebiliyordu o zamanın liberallerince.

O FAŞİSTLER ÇEVRECİYDİ
Ama haklarını teslim edelim: Bu liberaller ile o faşistler arasında çok önemli bir fark var. O faşistler hiç değilse çevreciydi. Bu liberaller ise Türkiye coğrafyasında derin bıçak yaraları açan HES’lere karşı seslerini yükseltmiyorlar. Kürt nüfusun demografik yapısını bile değiştirecek olan baraj inşaatlarına kayıtsızlar, seçim barajlarına olduğu gibi. “Ama bunlar yeşili çok seviyor” diyeceksiniz. Espri yeteneğinize hayranım.

Peki Türkiye’de Kara Gömleklilerin Roma yürüyüşü gibi bir yürüyüş beklenebilir mi? Sanmam, gerek de yok. Ama yapılırsa Ankara’ya en önce liberaller varacaktır. Neden mi? Müttefikleri beş vakit mola vereceği için.

İlker Kılıç
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder