"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

27 Mayıs 2010 Perşembe

Fehmi Koru Neden Komplekslidir?

“Ilımlı İslam” ideolojisi, küresel emperyalizmin son aşaması olan neoliberalizmi Türkiye emekçilerine de yutturmaya çalışmanın son şeklidir. Bunun örgütlenmesini emperyalizm güdümündeki tarikatler/ cemaatler; ideologluğunu ise, neoliberalist entellerle işbirliği içindeki (bir kısım) İslamcı enteller yapmaktadırlar.

Bu giriş cümlesinden sonra, yazımın asıl konusuna geçeyim: Fehmi Koru. Onun, 29 Nisan 2010 tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan “‘Lâiklik‘ ne demekmiş, Almanya ders veriyor...” başlıklı yazısını okur okumaz kaleme sarıldım, ancak, gündemi CHP’yle ilgili komplolar işgal edince, yazıyı bitirmeyi erteledim… Laikliğin ne demek olduğu ve Almanya’nın (bize) hangi dersleri verdiği konuları hala güncelliğini koruduğu için, yazımı şimdi tamamlayıp sizlere sunmak istiyorum.

KORU’NUN YAZISI
Fehmi Koru’nun, Türkiye’yi ele geçirmeye çalışan belli bir ideolojiyi yansıtması açısından örnek niteliği taşıyan bu yazısını buraya tümden koysam daha iyi olurdu; ancak, bu mümkün değil. Makalenin bazı pasajlarına göz atalım:

Almanlar işi bizim kadar uzatmıyor, her soruna kısa sürede çözüm buluyorlar. Aşağı Saksonya eyaleti hükümetinde sosyal işler bakanlığına atanan Aygül Özkan’ın henüz ‚Tanrım adına‘ diye Almanca yemin edip koltuğuna oturmadan Focus dergisine verdiği, içinde ‚türban‘, ‚haç‘, ‚dinî sembol‘ ve ‚yasaklanmalı‘ sözcüklerinin geçtiği mülâkat fazla büyütülmedi.(…). Alman hükümetinin göç ve uyumdan sorumlu devlet bakanı Maria Bölmer de ‚Batılı değerlere‘ açıklık getiren şu açıklamayı yaptı: ‚Haç Almanya’da yüzyıllardır kullanılan bir sembol; geleneğimizin ve değerler sistemimizin bir parçasıdır o...‘

Almanya'da doğmuş, büyümüş, eğitimini hep o ülkede almış Aygül Özkan ‚lâiklik‘ kavramının Batı’da nasıl anlaşıldığını şimdi öğrenmiş oldu. Bakan olduktan sonra... Filozoflar ve hukukçular nasıl tanımlarsa tanımlasın, Batı’da lâiklik, başka dinlere olduğundan daha fazla çoğunluğun dinine ve sembollerine sahip çıkmak olarak anlaşılıyor... Çifte standart mı? Evet, çifte standart... Ayrımcılık mı? Evet, ayrımcılık... Var mı diyeceğiniz? (…).

Yeni bakanın ağzından çıkan masum bir cümle yüzünden Almanya’da günlerden beri tartışılan ‚dinî sembol‘ konusu, acaba aynı ülkede yaşayan ve kolları Türkiye’ye de uzanan ‚lâikçi‘ tipleri nasıl etkilemiştir? (…). Şimdi sırada Batı’da bir yerlerde ‚başörtülü‘ bir politikacının bakan atanmasında... Bakalım o zaman utanan çıkar mı?

YANLIŞ ÇEVİRİ
Önce, makalenin bir kısmını oluşturan bu satırlardaki birkaç genel çelişkiye, yanlışa değinmek ve bu bağlamda kendi görüşlerimi ortaya sermek istiyorum:

1. Makalesine, “Almanlar işi bizim kadar uzatmıyor, her soruna kısa sürede çözüm buluyorlar”, diye başlayan Koru, yazının ortalarına doğru, “Yeni bakanın ağzından çıkan masum bir cümle yüzünden Almanya’da günlerden beri tartışılan ‚dinî sembol‘ konusu...” gibi bir cümle kurabiliyor. “Kısa süre” ne kadar, “günlerce” ne kadar?

2. Fehmi Koru, Hıristiyan Demokrat (CDU) Milletvekili Maria Bölmer’in, “Haç Almanya’da yüzyıllardır kullanılan bir sembol; geleneğimizin ve değerler sistemimizin bir parçasıdır o...” dediğini söylüyor. Bu, yanlış bir çeviridir. Aygül Özkan’la Maria Bölmer’in sözünü ettikleri sembol “haç” değil, “çarmıha gerilmiş İsa” (kruzifiks) sembolüdür. İkisi arasında büyük fark vardır. Üstelik Özkan’ın burada – kendisine Focus muhabiri tarafından yöneltilen bir (tuzak) soru üzerine – vurguladığı, “okullarda türban takılmasına ve sınıflarla mahkeme salonlarına kruzufiks asılmasına taraftar olmadığı” şeklindeki kişisel fikridir.

3. “Almanya’da doğmuş, büyümüş, eğitimini hep o ülkede almış Aygül Özkan ‘lâiklik’ kavramının Batı’da nasıl anlaşıldığını şimdi öğrenmiş oldu. Bakan olduktan sonra...” Fehmi Koru, Almanya’daki (gerçekte var olmayan) laiklikle, diğer Avrupa ülkelerindeki, örneğin Fransa’daki (ki Türkiye bu konuda Fransa’yı örnek almıştır. Ancak ben burada, ne Türk ve Fransız türü laikliklerin, ne de Fransa’daki laisizm ile diğer Avrupa ülkelerindeki sekülarizmin farklılıklarına girmek istemiyorum) laikliği aynı kefeye koyuyor. Bu, Uğur Mumcu’nun değimiyle, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak!”tır.

Alman Katoliklerinin ve Hıristiyan Demokratlarının bu konudaki fundamentalist (Hıristiyan köktendincisi) tavırları yanlıştır. Çünkü beni hiç kimse, hatta o kişi yüksek mercidekilerin ahbabı da olsa, yukarıda görünen vahşi sembolün sınıflara koyulmasının doğru olduğuna inandıramaz. Aslında bu, kendisine “uygar” diyen Batı’nın, Anayasasında laiklik ilkesi olan Almanya’nın kendi kendisini/ yasalarını ikiyüzlüce inkarıdır. (Alman Anayasası’nın laiklikle ilgili maddeleri: 2/1; 4/1 ve 7/3). Üstelik en acemi eğitimci bile, yukarıdaki resmin, çocukların körpe beyinlerinde psikolojik bir iğdiş etkisi yapacağını hemen anlar. Çarmıha gerilmiş, kan-revan ve acı içinde kıvranan, iki yanında mağduriyet baskısı yaratma amacıyla ağlaşan müminleriyle İsa’nın, küçücük bir çocuğun bilinçaltında hangi etki ve hasarlara yol açacağını anlamak için psikolog olmaya gerek yok. Alman Katolikleri ve Hırıstiyan Demokratları buna rağmen kruzifiksi savunmaktadırlar. Tabii onlarla birlikte, “Kruzifiks olursa türban da olur!” kurnazlığıyla Fehmi Koru da.

4. Alman Hıristiyan fundamentalistlerinin (kendilerine “Demokrat” demeleri bu gerçeği değiştirmez) bu fikrini Fehmi Koru doğru bulabilir. Bu onun görüşüdür, karışamayız. Ancak, Fehmi Koru’nun, kruzifiks ile türbana müsade edilmesinin, Avrupa’nın uyguladığı (gerçek anlamda) laiklikle ilgisi olduğunu savunmasını tartışmamız gerekir: Bunu yapmaktaki gerçek muradı, Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de ilkokullardan başlayarak türbanın serbest bırakılmasıdır. Almanya, ilkokul çağındaki Katolik çocukların beynini kruzifiksle iğdiş ederken, Fehmi Koru, Türkiye’de ilkokul çağındaki çocuklarının kafasını türbanla esir almak istemektedir. Çarmıhta kan-revan içinde çırpınan İsa’nın Alman çocuklarında yarattığı dolaylı tehdit ve korku, Türk çocuklarına türban bağlamında doğrudan yapılacaktır: “Takmazsanız cehennemde cayır cayır yanarsınız!”

5. Bu bağlamda Fehmi Koru’nun bilip de bilmezden geldiği bir gerçek de şudur: Kruzifiksle beyinlerinin içi belli bir tutucu sistem tarafından esir alınan/ alınmaya çalışılan Alman çocukları, diplomalarına ve başarılarına göre Almanya’da istedikleri işe girebilirlerken, Fehmi Koru zihniyetindekiler tarafından kafalarının dışı ve içi türbanla esir alınan/ alınmaya çalışılan Türk çocuklarına, diplomalarına ve başarılarına rağmen seviyelerine uygun hiçbir iş verilmemektedir. Buradaki türban talebinin “demokratik özgürlük” ile hiçbir ilişkisi yoktur. (Bu konuda, internette bulunabilecek bir kaynak: Mehmet Şekeroğlu; “Sosyosomatik bir Maraz Olarak Türban”).

6. “Çifte standart mı? Evet, çifte standart... Ayrımcılık mı? Evet, ayrımcılık... Var mı diyeceğiniz?” Bu sözlerin sahibi, demokrasiden söz edebilir mi? Bu, “Ya herro, ya merro!”, “Ben yaptım oldu!” zihniyetidir…

7. Fehmi Koru’nun Almanya konusunda haklı olduğu tek konu, “Çifte standart mı? Evet, çifte standart... Ayrımcılık mı? Evet, ayrımcılık...” söylemidir. Koru’nun bilmek istemediği, görse de görmezden geldiği bir olgu da, Almanya’nın İslamla oynadığı “tavşana kaç, tazıya tut oyunu”dur: Almanya bir yandan İslam’ın dostu gibi görünür, öte yandan ise, Batı’nın “İslam terörizmi vardır ve tehlikelidir!” ideolojisini diğer Batılı müttefikleriyle birlikte benimser ve uygular. (Bunu tipik bir örneği, Aygül Özkan’la ropörtajın da yayınlandığı 26.04.2010 tarihli Focus dergisinin 16. sayfasında görülmektedir: Müslümanlara karşı kara propaganda amacıyla yapıldığı sırıtan ve kaynağı tam belli olmayan haberin başlığı şöyle: “Polis, İslamı seçen radikal Almanlara karşı uyarıyor.” Altındaki yazıda deniyor ki: “Polis, Almanya’da İslamı seçen 11 Almanın tehlikeli, 26 Almanın da göreli (relatif) tehlikeli oldukları konusunda uyarıda bulundu.” Yazıda şu cümle koyu renkle vurgulanmış: “20 ile 24 yaşları arasındaki Müslümanlar, Almanya’da terör eylemi yapacakları konusunda şüphe taşıyorlar.”

Böylesine bir damgalamanın ve kışkırtmacanın, Huntington’un “Kültürler Savaşı” safsatasının ve 11. Eylül oyununun devamı olduğu açıktır. Fehmi Koru, Türbanın ve İslama geçmenin serbest olduğu, türban takanların dışlanıp, İslama geçenlerin terörist muamelesi gördüğü bir ülkeye, “Çifte standart mı? Evet, çifte standart... Ayrımcılık mı? Evet, ayrımcılık... Var mı diyeceğiniz!” diye sahip çıkabiliyor. Neden? Çünkü bu ülkenin ilkokullarında da türban serbesttir! Fehmi Koru’daki nasıl bir düz mantıktır ve körlüktür!).

Fehmi Koru’nun derdinin laiklikle olduğu, içinden, “Hem laik, hem Müslüman olunamaz!” diye geçirdiği açıktır. Laiklikle ilgili, çoğunuzun bildiği bir anekdot geldi şimdi aklıma; tekrarlamakta yarar var: İlk meclisin din adamı mebuslarından biri bir oturum sırasında, biraz da alaycı bir tavırla, “Arkadaşlar, bir laikliktir gidiyor. Bunun ne manaya geldiğini bir türlü anlayamadım!“ diyor. Atatürk’ün cevabı: “Adam olmaktır, hocam, adam olmak!”

BATI KARŞISINDAKİ KOMPLEKS
Türkiye, laiklik konusunda bünyesine “ılımlı İslam” enjekte etmeye çalışan emperyalizme ve onun işbirlikçilerine rağmen, kör-topal da olsa “adam olma” çabasındadır. Neoliberalist/ kapitalist çete, “bimbo”larıyla birlikte Türk insanının aydınlanmasını engellemeye çalışmakta, onun fikri hür, irfanı, vicdanı hür eşit vatandaş olmasından rahatsızlık duymaktadır. Bu küresel çete, Türkiye’yi yönetenlere, “Ne yap yap, tarikatle, cemaatle uyut/ uyuştur; sömürüyü aymasınlar; sömürülenler birbirleriyle dayanışmaya girip düzenimi bozmasınlar!” demektedir. Devlet içine de çöreklenmiş etnik ve dinsel “tarikat”/ cemaat liderleri ise, küresel çeteye, “Tamam, korkma, biz hallederiz! Sen desteklemekten, villadan, “gazete köşesi”nden, “kürsü”den, “ödül”den, Dolar’dan, Euro’dan… haber ver!” Neoliberalizmin göz kırptığı ve başparmağıyla işaret parmağını birbirine sürterken kendilerine sırıttığı bu “ılımlı İslam” taşeronları, kendi bencilliklerinin körlüğü içinde, ellerinden gelse bebelerin başına da türban geçirerek “Adam olmak istemezük!” diye kazan kaldıracaklar...

Almanya’ya gelince: Bu ülke, laiklik açısından hiç adam olamamıştır; bu alanda Türkiye’den geridir. Toplumsal eşitsizliklerin üstünün dinsel ideolojiyle örtülmesi konusunda Almanya’nın, özünde, herhangi bir kapitalist ülkeden farklı olması beklenemez zaten. Oranın da egemen güçleri ve tutucuları, Hıristiyanlığı bir uyuşturma ideolojisi olarak kullanmaktadırlar.
Fehmi Koru’un bu bağlamda Almanya’yı savunması, bir yandan onun Batı karşısındaki kompleksini, bir yandan da kendi ideolojik körlüğünü gösterir: “Kulakları vardır duymazlar, gözleri vardır görmezler, dilleri vardır gerçekleri söyleyemezler!” Çünkü, özlerinde şöyle düşünürler ve bazen bunu dürüstçe çığırırlar: “Çifte standart mı? Evet, çifte standart... Ayrımcılık mı? Evet, ayrımcılık... Var mı diyeceğiniz?”

KÖR NOKTA SORULARI
Hannover’de çalışan dostum Dr. Mustafa Cingirt’in “Yazında Başbakan’a sor!” dediği:

1. Hep “Halka soralım!” deyip duran Başbakan, Sarkozy’nin, “Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği Fransız halkına sorulacak!” demesine neden karşı çıkıyor?

2. Bir yandan, “Halka soralım!” diye ısrar eden Başbakan, diğer yandan İsviçre halkının minare istememesine ne hakla kızıyor?

3. Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’deyken, Euronews, “Türkiye AB’ye girsin mi, girmesin mi?” diye bir anket yaptı. Halkın % 73’ü “Hayır!” dedi. Başbakan buna ne diyor?

4. “Başkanlık sistemi” için “Halka soralım!” diyen Başbakan, yarın, “Halifeliği getirelim mi?” diye de halka sormayı düşünebilir mi?

“Soru sormak”la ilgili olarak şimdi aklıma gelen bir söz:
Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi; bilmez ki sorsun, bilse sorardı.” (Sadi)

Kemal Kılıçtaroğlu’na bir itiraf ve bir soru:
-İtiraf: Kurultaydaki konuşmanızı dinledim; gözlerim yaşardı… 1973 yılındaki Ecevit’ten sonra, ikinci defa, bir politikacının konuşmasını dinlerken böyle duygulandım…
-Soru: Küçükken, “Al kardeşim, bal kardeşim, ben yoruldum sen oyna!” sözlerinin geçtiği bir oyun oynardık. Size bu yaştan ve bilinç düzeyinden sonra böyle bir oyun oynatamazlar, değil mi?

Başarılar diliyorum…

Mehmet Şekeroğlu
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder