"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Allah Türkiye’ye Göklere Uçma Şansı Verdi



Kardeşlerim, dövülerek hırpalanarak aşağılanarak dayak yiyerek büyümüş çocuklarız, bugün Türk Siyasi Hayatı’nda adını bildiğiniz lider kadrosunun hepsi ‘soğuk savaş’ yıllarının siyasetçileridir, mutluluğumuz şu ki Allah önümüze bir kapı açtı, artık kukla gaddar kahya cahil düzenbaz siyasilerden kurtulabiliriz müjdesi önümüze çıktı ve şimdi mutluluktan havalara uçuyoruz.

Zaman mutluluğumuzla alay edilecek zaman değil, bazı insanlar dünyaya zamansız gelmiştir ve başka dünyanın çocuklarıdır, zehir, yaşadığımız kirli geçmiş bilinen siyasetin beynimize güvensizlik aşılamasıyla vücudumuzu sardı bu yüzden hepimiz olumsuz bozuk konuşuyoruz.. Önümüzde bambaşka bir siyaset bizi bekliyor, buz denizlerini tanımadığımız için önce ürkeriz, ama saftır, sessizdir, sizi dinlendirir. Yeter be, korkularımızı gizleyerek yaşayamayız. Siyasetin karanlık ağzı. değil özel hayatlarımızı, tüm ülkeyi teslim aldı.. Anlayın artık pervasız eleştirileriniz sizi ayakta tutmayacak, cahil bir küstahlıkla üç dört kelime etme uğruna yani tembelliğin sıkıştırdığı kişilik spazmlarıyla büyük siyasi kararlarla alay etme hakkını kimsede ve önce kendinizde görmeyin, tarihi günlerin arifesinde yaşıyoruz.

BEN DE ADAYIM
Şimdi anında kavrayan üstün zekamız varsa eğer hemen devreye girmeli ve Kemal Kılıçdaroğlu ismine cesaretle sahip çıkabilmeliyiz.

Kemal Kılıçdaroğlu basın toplantısında ‘adayım’ deyince, ömrüm boyu siyasete uzak ve dalgacı kalmış ben dahi içimden ‘ben de adayım’ dedim. Artık siyasi atmosferi kirleten, insanları yıldıran, ülkeye çaresizlik üreten tüm siyasetçilere, karşı bir siyaset için ‘adayım’.. Neye adayım; Demirellerden, Mesut Yılmazlardan, Tansu Çillerlerden, Tayyip Erdoğanlardan, Özallardan, hepsinden yılmış tırsmış ve çaresizlik öğrenmiş ben, artık bunlara karşı ‘siyasi olarak kendimi yükümlü hissediyorum’ ve Kılıçdaroğlu’nun adaylık açıklamasıyla kendime yepyeni bir kapı açıyorum.

Hepimiz taşıdığımız tek tek bireysel enerjilerimize güvenmek zorundayız, Kılıçdaroğlu’nun ‘cesareti’ Türkiye’nin CHP’nin önünü açmıştır, hepimizin tüm siyasi hayatımızı temize çekme günü bugündür.. Bozgun üstüne bozguna uğradığımız geçmişe lanet olsun.. Heyecanlı ve ağlamaklı bir ses tonu gırtlağımda düğümleniyor. Kılıçdaroğlu’nu yüz yüze görmüş ve bir kez olsun telefonda dahi konuşmuş değilim. Anlayış sanatınızın bir sırrı varsa burada şimdi devreye girmeli. Öyle bir gün yaşadık ki, aklı mantığı aşan insan Önder Sav ise, bizler ne güne duruyoruz.

Yeniden iç dünyanıza bir daha bakın, defalarca yenilip hüsrana uğradığımız yüzlerce feci uğursuz insanı dünyaya küstüren hikayeleri bir daha hatırlayın, kardeşlerim, siyaset, bildiği yatağından çıkıyor, başka bir denize doğru bendler yıkıp güzergah değiştiriyor.

İçinizden söyle düşünün, beklenmedik şeyler ruhumuzda bilinmedik tatlılıkta rüzgarlar uçurur, belki de ‘gerçek dünya’ kendini bu ‘belirsiz tesadüf’ günlerinde ortaya çıkarır. Sizleri bilmem ama bugün hayatımda ilk defa bugüne kadar görmediğim bir av’ın peşine düştüm, korkularıma karşı artık hergün ayaklanmak zorunda olmadığım güvenli arkadaş gibi bir şeyler hissettim. Kılıçdaroğlu neyine güveniyordu ‘adayım’ dedi, deyince karanlık kuşkulu bakmayı öğrenmiş gözlerim ‘elmas pırıltısıyla’ ışıldadı ve bugün artık ‘gereksiz’ ‘lüzumsuz’ kelimelerle bu tarihi yürüyüşü gölgeleme günü değildir, dedim..

BU ADAM BENİM TEYZEME HALAMA ABİME BENZİYOR
ODA TV’yi aradım, Barış’la konuştum, tepeden tırnağa gazeteci tavrı gösteriyor, her şeyi dikkate alıyorlar, ben gazeteci değilim, ben ‘yazarım’, bugün gazetecilik temkinliliği günü değil. ‘Temkinli’ olmak meslek gereği ama bugünler de ‘temkinli’ olmak, ‘doktriner’ bir gazetecilik hastalığı gibi göründü gözüme..

Sahte sözde bir aydınlıkta yaşamak istemiyorum, ‘işin içinden bir şekilde’ çekilmek isteyen cümleler kurmak asla istemiyorum, ‘tehlike’ büyüdükçe kendimi haklı kılan küfürler savurmak hiç istemiyorum, kişisel ve metafizik sorunlarımı işin içine sokmak hiç istemiyorum, kendimi tanımaya çalıştığım ergenlik yıllarımdan beri bana hayatımın en zor en kazık sorularını sorup beni depresyonlara sürükleyen vicdanımı bu günlerde ‘cilalamak’ hiç istemiyorum. Karanlık işgal gaddarlıkla dolu bir dünya içinde o kadar yoruldum ki… Kurduğum her cümle içinde en azından birkaç tane ‘korkunç’ ‘dehşet’ ‘olamaz’ vardı, yazarlığımı artık bu kelimelerden kurtulmak için sürdürüyorum. Kendi vicdanımdaki depremlerle Türkiye Siyaseti’ni yorumlamak hiç istemiyorum.. Bu adam benim teyzeme halama abime benziyor, bu kadar.. Bir ‘aile güvenliği’ hissediyorum, bu kadar.

Bir çıkış yolu var mı sorularıyla uğraşmaktan yoruldum.. Yaşadığımız karanlıktan çıkmak için dünyanın en kompleks filozoflarından örnekler vermekten yoruldum. Ülkeme yıldızlar kadar uzak konuşmaktan yoruldum. Çok sıradan en basit yasalarını bile ülkeme insanlığa muhaliflere inandırmak için bin türlü dramatik kurgusal hikayeler yazmaktan yoruldum. Yazar sanatçı olup burnunu kaldırıp en basit ahlaki yasaları bile halkıma anlatmaktan yoruldum.. Avuntulara sihirli otlara gönderme yapmaktan yoruldum. Büsbütün kişiliklerini liderlere bağlamış saflığıyla gaddarlığın önünü açanları ikna etmekten yoruldum. Ne kavgacı bir insan olmak istiyorum ne ruh huzuruna kavuşmak istiyorum, istediğim, en yakınımda gördüğüm tertemiz bir çağrının elinden samimiyetle tutmaktır.

SAVAŞMAK DEĞİL BİRAZ DA DANS ETMEK İSTİYORUM
Bu sözleri feryatla dile getirdikten bir gün sonra da ne Kılıçdaroğlu’nu affederim, ne de zamanında bunları söyledin arkasında dur diye kendimi suçlarım, istediğim gördüğüm biraz da ‘sezgilerimi’ ciddiye almaktır, heyecanlı bir vicdanım olduğumu dünya alem biliyor, ama şimdi, yine inatla çocuksu saflığımdan vazgeçmek istemiyorum, yine ‘hayallerime’ şans vermek istiyorum. İnsan hayallerine çok güvenirse tehlikelere çok açık hale gelir, gelsin, bu sefil kepaze siyasetten kurtulmanın en küçük umuduna bütün bedenimle, katledilmiş bir ormanda ayakta kalmış tek bir ağaca sarılır gibi kucaklayarak kurtulmak istiyorum.. Savaşmak değil biraz da dans etmek istiyorum. Yanılırsam da yanılırım ne olur, hiç değilse ben kesin gerçeği biliyorum diyen üfürükçü Amerikancı faşist liberal oyunlara karşı yanılmış olmam. Elli yılın sağ siyasetleri sonucu gücüne kuvvetine asla inanamayan bir halk, belki olur ya, gücüne coşkusuna türküsüne toprağına birazcık olsun inanır olur, kim bilir?

Kim bilir, sırtımızın dostu olmuş sağcı kamçıları ellerinden alırız: kim bilir, siyaset gücümüzü aşan bir şey olmaktan çıkar; kim bilir, serçeler fillerin ayıların gergedanların başları üstüne çıkar ve en ağır en zalim şeylerin kafalarını beyinlerini gagalamaya başlar: kim bilir, bu ülkeyi terk ediyorum artık diyenler, ciddi radikal kararlar alırlar: kim bilir, belki de göz kamaştırıcı tertemiz bir halk adamı tanırız: kim bilir, uçurum korku hesabı yapan milyonlar, insanlık adına yeni hülyalar ütopyalar gelecek kazılarını umutla konuşmaya başlar, kim bilir?


KILIÇDAROĞLU “ADAYIM” DEYİNCE
Adını bildiğiniz siyasi liderlerin hepsinin ‘kötülükleri’ meziyet yetenek üstünlük diye bize takdim edildi, Kılıçdaroğlu için Alevi Kürt deniyor, işte en güzeli, Anadolu topraklarının Alevi Kürt tanımından değil kompleks duymak, sevinç duyduğunu hem bize hem dünyaya göstermek için, bu güzelliği ülkemin ve hepimizin yaşaması için.

Bugün hayatımın en nadir günlerinden birini yaşadım, alaycı değil duygusaldım, Kılıçdaroğlu aday’ım deyince, hayatımda ilk defa sanki istediğim her kadını baştan çıkarabilecek bir erkeklik cazibem olduğuna inandım..

Bugün Kılıçdaroğlu, her şeye rağmen ‘adayım’ deyince, her Mart sonu Nisan başı gezmeye doyamadığım Eskişehir Niğde Konya ovası benim sandım, ilk defa..

Bugün Kılıçdaroğlu adayım deyince, sizlerin bilmem ülkemin bilmem, ama benim kişisel hikayeme çok büyük aşkla girdi..

Kusursuz hatasız günahsız bir insan değilim ama sanki ‘kalbimin kusurlarını’ affeden bir cümle duydum: ‘adayım’..

Biz de adayız Kemal Kılıçdaroğlu.. Bağımsız bir Türkiye için.. Bölgelerarası eşitsizliği gidermeye çalışan bir Türkiye için. Fırsat eşitlikleri her insanına açmış bir Türkiye için. Kardeşliğimizi pekiştirmek için. Adalet için..

Adayım, dedin, ruhumuza bir mücadele verdin..
Sindirilmiş korkutulmuş ruhlarımız artık diklenen meydan okuyan cengarverleşen kelimeler de tanısın…
İçimize derinliklerimize yoksa biz mi deliyiz diyen iç bakışlardan kurtulmak için..
Kemal Kılıçdaroğlu, bugün ‘adayım’ dedin, halkımızın kalbini delip geçtin..
Faşist liberallerin, Amerikancıların, yandaşların silip kirletip bozduğu, kirlettiği soldurduğu ne varsa, sanki o ‘adayım’ dediğin an, içim nihayet bir an o an hiç kararmadı..

Nihat Genç
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder