"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

27 Mayıs 2010 Perşembe

Atma Recep Din Kardeşiyiz

Artık “Cahiliye” Devri’nde yaşadığımıza inanmaya mecbur olduk, “Cahiliye” , islam-öncesi Arap Tarihi’dir ve Arap Doktrini’ne göre, Cahiliye, nursuz, ilkesiz ve tutarsız yaşam biçimi sayılmaktadır.. Biz şimdi Cahiliye’deyiz, çünkü, bugün, Türkiye’de, bir meclis reisi, biz, azalarımızın soyadını alıyor ve başına “sayın” koyuyor ve öyle çağırıyoruz, diyorsa ve bir de “geleneklerimiz budur” yollu ekleme yapıyorsa, ki Millet Meclisi Başkanı Mehmet Ali Şahin bunu demiş ve yapmıştır, mutlak Cahiliye’deyiz. Çünkü, Şahin’e sorarız, bizde soyadı yasası ne zaman çıktı ki, soyadından bir geleneğimiz olsun; bizim, 1930 yılı ortalarına kadar soyadımız yoktu, soyadı yasası ile doğanlar, hala yaşıyorlar ve ne çabuk gelenek olduk, öyleyse Meclis Reisi Sayın Şahin, hem çok bilgisizdir ve hem de çok tutarsızdır.

HEP İNKAR EDİYORLAR
Ayrıca ilave edebiliyorum, “sayın” kelimesi hem Türkçe değil, moğolcadır ve hem de soyadlarından önce kullanılması çok çok yenidir. Biz çok yakın zamana kadar, “sayın” değil, “muhterem” diyorduk, mitinglere “muhterem vatandaşlar” deyip başlıyorduk, Adnan Menderes dahi, İsmet Paşa’ya çok hörmetli hitap etmek istediğinde, pek nadirdir, “Muhterem İsmet Paşa” diyordu. Demek ki bunlar toptan köksüzler, tarihlerini, ananelerini ve köklerini hep inkar ediyorlar.

Soner Yalçın, benden, bu mevzuda bir haber-yazı istediğinde, kütüphanemdeki bütün kaynaklarımı hızla tekrar ettim; tekrar ediyorum, benim için bir tv programına çıkmak veya bir haber-yazı hazırlamak çok zaman alıcıdır, ama, yapıyorum. Bu akepeliler, Adnan Menderes’i çok sever görünüyorlar, inanmıyorum, takiye yapıyorlar; şimdi buna inanıyorum, çünkü hiç bir yerde, hiç bir kaynakta, Adnan Bey’e, “sayın” hitabını bulamadım. Adnan Menderes’in adı “Adnan Bey” idi, sadece çok yakınları , kabine arkadaşları yüzüne karşı “Beyefendi” diyorlardı; bizler Gülsün Toker Bilgehan’ın babası Metin Toker’in çıkardığı “Akis” Dergisi’ni de okuyarak yetiştik, çocuktuk, Akis’te, “Beyefendi” sözü geçtiğinde, Adnan Bey olduğunu anlardık ve biliyorduk.

ÇOK KÜLTÜRSÜZLER
Ne kadar kültürsüz yetişmişler, biz tiyatroyu, Cem Karaca’nın annesi Toto Karaca’nın Ses Opereti’nden, Haldun Dormen’in Küçük Sahnesi’nden ve en çok da Mummer Karaca’nın Maksim Matineleri’nden öğrendik ve sevdik. Muammer Karaca’nın “Cibali Karakolu” ile “Etnan Bey Duymasın “ oyunlarını kim unutabilir, klasiktirler. “Etnan”, o zamanın a la franca güzel kadınların “Adnan” telaffuzudur, o zaman Adnan Bey Başvekil idi, Karaca korkudan da “Etnan” demiş olabilir, Bulvar Tiyatrosu yapıyordu, kurnazdırlar ve yazıldığına göre Meclis Başkanı Refik Koraltan gitmiş görmüştü ve sonra da Başvekil Adnan Bey’e gelip “Beyefendi, tam sizi oynuyor, mutlak gidin” demişti. Adnan Bey, eşleri Berrin Hanımefendi ile gidip seyretmişti, 1955 veya 1956 diyebiliriz, sonra, oyunu kaldırdılar.

Başvekil Adnan Menderes’in adının önüne veya arkasına kimse “sayın” koymadı, Adnan Bey yaşadığı sürece “Sayın Menderes” denmesini bilmezdik, böyle bir hitabımız yoktu. Şimdilerde bazı cahil ulemanın söylediği üzere yalnızca yakınları “bey” demezdi, herkes “bey” demesini biliyordu, karşıtları da “bey” diyordu, İsmet Paşa’nın damadı Metin Toker’in anılarında var, 1960 Nisan Ayı’nda, Menderes, Moskova’yı ziyaret edeceğini açıkladığı zaman, Paşa, “Fatin ile Adnan Bey tehlikeli bir oyun oynuyorlar” buyurmuştu. Haziran başında çıkacak olan “Gizli Tarih – Fitne” çalışmamda kaynakları yazılıdır.

YA RAB TÜRKLÜK NEDEN SOYSUZLAŞIYOR
İsmet Paşa, hem böylece tarihe not düşmüş, Adnan Bey’in yakın düşüşünü görmüş ve hem de bunu önlemek için, Meclis Kürsüsü’ne çıkıp “Başvekil seçim tarihini ilan etsin, desteklerim” buyurmuştu. O halde ve özetle, bizde, 1970 yıllarına kadar, hitapta, “sayın-mayın” yoktur ve “sayın” daha çok Bülent Bey’in sirkülasyonu oldu ve çok yenidir. Peki akepeliler mi, onlar ki şimdi kendilerine “Sayın Recep” denmediği zaman bunu hakaret sayıyorlar; “Ya Rab, Türklük neden bu kadat soysuzlaşıyor” demek zorundayım. Diğer taraftan bu günlere Kemal Bey’in yeniden tedavüle koyduğu “Recep” adı ise, müslümanlara Cahile Devri’den geçmişti, putperest Araplar’ın da adıdır, demek istiyorum.

Bize, Cumhuriyet Türkiyesi’ne, çok güzel bir sözcük bildiğim “hocam” bir kenera konulursa, Osmanlı’dan, “efendi”, paşa ve “bey” kelimeleri miras kaldı. Bunlardan, Soner’in kitapların adı olan “Efendi”, Grekçe “Ofendis” sözcüğünün bizim dilimize uydurulmuş şeklidir, tebamız “Rumlar”, yöneten Türkler’e “efendi” derlerdi, biz Yunaniler’den aldık. Misal mı, büyük aydınlarımızdan Agah Efendi’yi biliriz, ancak şehirleşme ve apartımanlaşma sonunda bu sözcüğü yitirdik, “efendi”, şaban veya “irecep” türü, yoksullara ve biraz da az akıllılara verilen ad oldu. Çünkü apartmanlarla beraber kapıcı sınıfı yükseldi, hanımlar, balkonlardan “mehmet efendii” diye bağırmaya başladılar, okumuşlar, iyi aile mensupları, kendilerine, şaban, ya da recep ya da efendi, denmesini istemediler. Efendi’yi yitirdik, artık başına “bey” ya da “hanım” koymadan kullanamıyoruz. Ne Yazık, efendilerden, bir tek “Gülen Hoca” Efendi’ye kaldık, doğrusu, fazla bile geliyor.

AMERİKALILAR ÖYLE DER
Geriye “Paşa” ve “Bey” hitaplarımız var, ama , bu Mehmet Ali Şahin Bey ne kadar bilgisiz, biz, Albaylığı’nın sonuna kadar Mustafa Kemal Bey ya da İsmet Bey diyoruz, ve sonra Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa geliyorlar. İlk okul kitaplarımızda yazıyor, demek Sayın Şahin okumuyorlar. Tarihimizde , kültürümüzde “Kemal Bey” sözcüklerini duyarsak, bunu “Namık Kemal” biliriz. Başkasını bilmeyiz, Şadi Cindoruk hatırlar mı, benim arkadaşım ve Hüsam’ın kardeşidir, Hüsamettin Cindoruk, Hürriyet Partisi il başkanı idi, Turan Güneş yönetici, bizi desteklerlerdi, Parti’de seminerler düzenlerdik, Fevzi Lütfi’yi de konuştururduk, İttihat ve Teakki’den gelmişti, “Ziya Bey” derdi, biz Ziya Gökalp bilirdik. Bizde Enver Bey var, bizde Cavit Bey var, soy adları yok ki başlarına “sayın” takalım, demek bilmezler arasında yaşıyoruz. İşte geleneğimiz budur.

Şimdi televizyon programı yapanlar da çok ahmak ve cahil oluyorlar “Başbuğ Paşa” diyorlar, utanıyorum, bizde Kemal Paşa var, Enver Paşa var, Cemal Paşa var ve İlker Paşa var. O dedikleri yoktur, sadece “Orgeneral Basbuğ” olabilir, Amerikalılar böyle derler, biz demeyiz. Şahin, soyadını alıp başına sayın deyip çağırıyormuş, o dediği Amerika’dadır. İkinci Vatan’a, Amerika’ya, son gittiğinde Tayyip Bey, CNN’de Amanpour ile konuşmuştu, “Mister Erdogan” dediler, Amerika’da doğrudur. Mister Erdogan’ı, en doğru “Bay Erdoğan” veya “Erdoğan Bey” ya da “Saygıdeğer Erdoğan” olarak anlamak zorundayız, “sayın” fetişi yoktur. Buradayız ve “Ne Türkiye” diyorum, akepe’den Hüseyin Çelik, Kemal Bey, “Sayın Recep” demediği için ağlamaktadır. Ben de köksüzlüğüme, sonradan görmüşlüğümze ağlıyorum.

CNN’de sunucu Christian Hanım, İrani bir babadan olma ve Amerikan bir anadan doğmadır; “amanpour”, biz “amanpur” diyoruz, “lütüflu”, ya da “aman-veren” anlamına geliyor ve biz “Hanım” sözcüğünü İran’dan ödünç almıştık. İranilere, İran’ı yöneten Moğollar’dan geçmişti, aslı “Han” ve –ım, bizdeki türden “benim” eki oluyor ve İran’da beylere de “aga” diyorlar, “Aga-i Ahmedinejat”, Ahmedinejat Beyefendi, demektir ve başka deyişleri yoktur. İraniler de bunu yine Moğollardan tevarüs ettiler ve biz “ağa” veya “ağabey” olarak kullanıyoruz. Yine çok üzülüyorum, cahil televizyon spikeri kızlar, pek çok zaman, “abi” diyorlar ki, öyle bir sözcüğümüz mevcut değildir, “abi”, Ağabey’in bozulmuş şeklidir. Aile içinde kullanırız ve dışında kullanamayız.

SAYIN OLMAK İSTİYORLAR
Şimdi önümde, Dr. Mükerrem Sarol’un “Bilinmeyen Menderes” çalışması var, Soner’in hatırı için baştan sona taradım, hiç bir yerde “sayın “ yok ve Dr. Sarol, “Menderes” ve yüzüne karşı da “Beyefendi” diyor; Adnan Bey, Sarol’a “Doktorum” yollu hitap ediyor. Bir yerde “Beyefendi, Cumhurbaşkanımızın yaptığı incelemeler..” demektedir; basımı 1983 tarihlidir, “sayın” henüz girmemiştir ve Sarol, kitabında “Adnan” da demektedir. Öyleyse bu akepe şefleri altı delik ayakkabı ile başladılar ve çok zengin oldular ve şimdi “sayın” olmak istiyorlar. Bunu, kont veya baron türünden bir ünvan sandıkların kuşku duymuyorum.

Samet Ağaoğlu’nun “Arkadaşım Menderes” kitabına bakıyorum, “Fatin Rüştü bir aralık yanıma geldi” yollu yazıyordu, “Bak Samet Bey, dedi, Adnan Bey, mağlup bir kumandana ne kadar benziyor, üstünde sadece üniforması eksik”; işte hepsi budur. “Sayın-mayın” bizde yoktur. O kadar öyle ki, Soner ödev verdi, Vehbi Koç’un anılarına da baktım, Cumhurbaşkanı Celal Bayar için sadece “Celal Bey” yazıyor, “akrabalarımdan Nihat Karaveli Bey” diyor, gelmiş, “Celal Bey’i davet edeceğim” demiş, Vehbi Bey’i de çağırmış, bu davet 1978 yılındadır. Demek, Kemal Bey’in, Tayyip Bey’e “Sayın Recep” denmemesini bir complex d’inferiorité meselesi yapanlar, Cahiliye’den gelenlerdir. Biz “Bey” biliyoruz.

ÖLÜMDEN KURTARMAK
Soner ödev verdi, bir günüm gitti, ama yine de teşekkür ediyorum, çünkü, Menderes’i çalışırken o günleri tekrar inceledim, bu günlere ne kadar çok benziyor, şaşırmamak durumundayız. Şevket Süreyya’nın Menderes’in Dramı’nda, İnönü’nün, “Başvekil kürsüye çıksın ve seçim tarihini ilan etsin, kendisini derhal destekleyeceğim” sözü de var, tekrarlıyorum. Menderes’i ölümden döndürmek istiyordu ve Metin Toker’e de, “Adnan Bey tehlike ile oynuyor” dediğini not etmiştim. Demek, daha 1960 yılına kadar ve sonrasında da “Sayın Başbakan” lafını bilmiyorduk. Sadece Başvekil’i ölümden kurtarmaya çalışıyorduk. İşimiz ölümden kurtarmaktır.
Türk dilinin büyük etimoloğu Clauson, “Bey” sözcüğünün, aslı “Bek” ya da “Beğ”, Çince’den geldiğini ileri sürüyor. Bizim büyük aydınımız ve dilcimiz Ataç da yabancı kökenli sayıyordu, önümde Ataç’ın “Günce 1953-1955” derlemesi var; içinde bir tek “bey” kelimesi geçmiyor, Ataç, yabancı sözcükleri reddediyordu ve hep “Bay Adnan Menderes” diyordu, bizi çok etkilemiştir, ancak, “Bay Mahmut Makal” da diyordu, Türkçe’de sıfat, “yeşil kitap” örnektir, başta geliyor; Ataç, “Bay Menderes “ deyişini canlandırmıştı. Ama herkese dediği için ve daha önce Türk Dil Kurumu tarafından da kullanılıyordu, pek rahatsızlık yaratmadığını biliyoruz.

CHP GELENEĞİ
Sırada Nihat Erim var, Günaltay Kabinesi’nde başbakan yardımcısı idi, iktidardan düştüler ve 1950 yılında CHP yayın organı Ulsu Gazetesi’nin başına geçti, Başvekil Adnan Menderes kapattı, Yeni Ulus oldu, kapattı, Halkçı çıktı ve Erim hep başındaydı. İşte burada Nihat Erim, öyle hatırlıyorum, birden bire, “Bay Menderes” demeye başladı, Adnan Bey üzerinde, şimdiki zamanlardaki sayın’ı eksik “Recep Bey” etkisi yaptığını düşünebiliriz. Doğru, “Bay Menderes”, Brechtien tiyatroda y-effekt olmaktadır, yabancılaştırıyor ve ilgisi varmı, söyleyemem, Nihat Erim üzerine baskılar arttı, 1955 yılına gelmiştik ki Nihat Erim teslim oldu. Nihat Erim bundan sonra Adnan Bey’e müşavirdir ve 1960 yılına kadar, Menders’in yanında kaldı, ama ne talihsizlik, 27 Mayıs Devrimi yetişti. Erim, artık düşmüş olan Adnan Bey’î suçladı ve belki de karşılığıdır, 12 Mart Darbesi’nde başbakan oldu ve 12 Eylül Darbesi’nden hemen önce, 1980 başında solcu gençler tarafından öldürüldü. “Bay” sözcüğünün kıssası budur.

Kıssadan hisse çıkarabilirmiyim, Deniz Baykal’ın istifası ile 12 Mart 1971 tarihinde chp genel sekreteri Bülent Ecevit’in “darbe bana yapılmıştır” diyerek ayrılması arasında parellellik kuranları pek yadıgayamayız. Ecevit, ayrıldı ve Darbe sönerken geldi ve chp genel başkanlığını, İsmet Paşa’dan aldı. Paşa, yeni genel başkan Ecevit’in önünde ceketinin düğmelerini ilikledi ve saygıda kusur etmedi. Son tv festivalinden, Baykal’ın da Kemal Bey’in önünde düğmelerini ilikleyeceğini ve sık sık alkışlayacağını öğrenmiş bulunuyoruz. Chp geleneğimiz işte budur ve burada duruyorum.

İşte bu “sayın” sözcüğünü enflasyona uğratan bu Bülent Bey’dir. Her gördüğüne “sayın” diyordu ve nerede ise “Sayın Çınar” veya “Sayın Kabak” demeye başlamıştı ve ben hiç sevmedim ve alışmadım. Kitaplarımda dahi “Adnan Bey” ve “Bülent Bey” yazmayı sürdürdüm. Televizyon programlarında ise hep “Tayyip Bey” diyordum, bilgisiz olduğunu da ekliyordum. Kemal Bey, daha ileri gidiyor, normal zamanlarda “Sayın Tayyip Bey” derken, bilgisiz ve tutarsız olduğunu anlatırkan “Recep Bey” tabir ediyor ki çok doğrudur. Müthiş bir tasnif ve kutluyorum.

Pek çok dilde “s” harfi pek duyulmaz ve biz bu nedenle olabilir, başına “i” koyarız, “İspanya” diyoruz. Parisliler “r” sesini bizim yumuşak g’ye benzetirler, biz de pek korkarız ve bu nedenle “irıza” ve “irecep” deriz. Üstelik, irecep’leri şaban’a yaklaştırırız, “atma recep, din kardeşiyiz” bu anlamdadır. O halde Kemal Bey Dostumuz’u gerçekten kutluyorum, politikaya yüksek nükte kabiliyeti ile başlamış olmaktadır.

DENİZ BAYKAL’I KISKANDIM
Hepsi bu kadar, Soner’in verdiği ödev tamamlamıştır. Ancak izin veririse, Deniz Baykal’ın son televizyon şölenini biraz kıskandığımı söylemek istiyorum. Siyaset yolunda uğradığı haksızlık ve zülumları pek güzel anlattı; benimki o kadar olmadı. Sadece sürgindeyken, ikisi en çok üç sene bulacak, hapis cezasını çekmek üzere, Paris’ten döndüm, ama, Yüce Devlet, kırk kadar dava açtı, bunlardan istenen ceza yüz yılı aşmıştı, Gebze’de yatarken otuz beş yıl kesinleşmişti. Dgm ve Kemal Bey’in kaldırıcağı “özel yetkili mahkeme” demektir, savcılar ne istedi ise yargıçlar verdiler, sadece birinden affettiler. Ben yüz yıllık mahkumiyet talebinden sadece beş yılı kurtarabildim, Öcalan’a “sayın” demekten yargılanıyordum, fiyatı yaklaşık beş yıldır, savundum, aman diledim, mahkeme, sadece bu savunmamı kabul etti ve “Bu sözcükten, sayın, nefret ederim ve hiç kullanmadım” dedim. Kabul ettiler ve aman verdiler. İstedikleri ceza böylece 35 yılı temyiz’den kesin, 95 beş yıla inmiş oluyordu. Hepsi budur.

Neden mi nefret ettim, 1970 yıllarıydı, Bülen Ecevit, her akşam televizyonda görünüyor ve “Sayın Türkeş katildir” diyordu. O sıralarda tek televizyon var, izlemeye mecburuz, ve Türkeş çıkıyor, “Sayın Ecevit hırsızdır” buyuruyordu. Biz uzun zaman, sayın’ın ya “hırsız” ya da “katil” olacağını öğrendik, bu yüzden, sayın’dan nefret ettim, geleneğimizde nefret var. Üstelik mahkeme başkanlarım, Orhan Karadeniz ve Turgut Okyay da bunu biliyorlardı ve bir tek burada bana inandılar. Sayın’dan beni berat ettirdiler.

RAHŞAN ECEVİT’E 30 YIL BORÇLUYUM
Şu akepe şeflerine bakın, hırsız ve katil sıfatlarıyla özdeş “sayın” kelimesini alamadıkları için ağlıyorlar. Demek gözleri doymamaktadır. Peki kesinleşen otuz beş yılın tamamını çektim mi; hayır, beş beş toplamışlardı, ünlü “Rahşan Affı” ile hapisten çıktım. Doğrusu Rahşan Hanımı da uzun yıllar hiç görmemiştim, Kurultay’da görünce pek sevindim. Ne de olsa kesin otuz yıllık hürriyetimi borçluyum ve Kemal Bey’in atik davranarak Rahşan Hanım’ın yanına gitmesini de ani ve isabetli karar verme kabiliyeti olarak anladım. Güzel, her politikacı için yararlı ve gerekli bir kabiliyet olduğunu biliyorum.

Yalçın Küçük
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder