"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

6 Temmuz 2010 Salı

KÖTÜ ANLAŞMA YOKTUR AZ VOTKA VARDIR

PKK'nın son dönemlerde artan saldırılarının, siper tartışmalarının, Anayasa Mahkemesi’nin beklenen referandum kararının ön sıralarda yer aldığı gündemin içinde kendine henüz hak ettiği yeri bulamayan konularından bir tanesi Mersin Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santral meselesi. 12 Mayıs 2010 tarihinde (aynı zamanda vizelerin karşılıklı olarak belli süreler için kaldırıldığı günlerde) Türkiye ile Rusya arasında iki tarafın enerji bakanları tarafından imzalanan bir anlaşma ile Akkuyu Nükleer Santralı için siyasi süreç başlatılmıştı. Bunu takip eden süreçte anlaşmanın TBMM’de onaylanması aşamasına geçilmiş; anlaşma metni 28 Haziran 2009’da Bakanlar Kurulu üyeleri tarafından imzalanarak 29 Haziran 2010 tarihinde 1/902 esas numarası ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Hakkında Kanun Tasarısı başlığı altında Başbakan Erdoğan’ın imzası ile TBMM Dışişleri Komisyonu’na gönderildi. Komisyonda yer alan muhalefet milletvekillerinin anlaşma şartlarına olan yoğun itirazlarına rağmen iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla acele bir şekilde onaylandı ve genel kurulda görüşülmek üzere meclis başkanlığına gönderildi. Muhtemelen önümüzdeki günlerde genel kurul görüşmeleri sırasında yaşanacak tartışmalar sayesinde bu anlaşma ve içeriği basında çokça yer alacaktır.

İÇERİĞİ TARTIŞILACAK
Peki, ne tür bir içeriği var anlaşma metninin? Özellikle Dışişleri Komisyonu’nun muhalefet partilerine mensup milletvekillerinden bu anlaşmanın ulusal bağımsızlığımıza aykırı olduğu yönünde itirazlar yükselmişti. Onlara göre, Türkiye söz konusu anlaşma ile kurulması öngörülen nükleer santralı her şeyiyle Ruslara bırakıyordu. Akkuyu bir ülke sınırları içinde kurulup, sahibinin bir başka ülke olduğu ilk nükleer santral olacaktı yeryüzünde! Bütün bunlar doğru mu? Gelin tüm bu iddialara resmi belgeden, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Rus muadili ile imzaladığı anlaşma metninden alıntılar yaparak bir kez daha bakalım.

Öncelikle sıkça dile getirilen Proje Şirketi’ndeki Rus payının hiçbir zaman %51’in altına düşmeyeceği meselesine bakalım. 12 Mayıs tarihinde imzalanan ve şuan Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmek üzere bekleyen anlaşma metninin Madde 5/4’ünde durum çok net ifade edilmiş: “Rus yetkili kuruluşlarının Proje Şirketi’ndeki toplam payları hiçbir zaman %51’den az olamaz.” Bu ne demektir? Ruslar resmi anlaşmanın öngördüğü sürenin dolmasının ardından dilerlerse hisse satışı yapabilirler, ancak “hiçbir zaman” payları yarının altına düşemez. Bu maddenin ters okunuşu, “Türkiye hiçbir zaman Proje Şirketi’nde yarı yarıya ortaklık hakkı ya da, %49 hisse elde edemez” değil midir? Proje her yönüyle Türkiye’de hayata geçirilecek ancak Türk tarafının bırakın üstün olmayı, eşit ortaklığı dahi kabil değil. Yine Madde 5/3 olayın bir başka tarafını da yoruma gerek kalmayacak biçimde açıkça belirtiyor: “Proje Şirketi Rus tarafınca yetkilendirilen şirketlerin doğrudan veya dolaylı olarak başlangıçta %100 hisse payına sahip olacak şekilde Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve düzenlemeleri kapsamında anonim şirket olarak kurulur.” Ruslara proje şirketinin kuruluşu aşamasında başlangıçta verilen pay %100! İktidar bu ve benzeri maddeleri örtebilmek için komisyona gönderdiği tasarının gerekçe kısmında santralin yapımının Türkiye’ye herhangi bir maddi yük getirmeyeceğini ifade etmektedir. (sayfa:2) Kısaca bedavadan nükleer santral sahibi oluyoruz bu anlaşmayla hükümete göre.

ARAZİ TARTIŞMASI
Devam edelim. Akkuyu’da kurulacak olan nükleer santralin yapımı için tahsis edilecek olan arazinin karşılığı var mı anlaşma metninde? Maalesef yok! Bakınız Madde 7/1: “Türk tarafı sahayı mevcut lisansı ve mevcut altyapısı ile birlikte bedelsiz olarak Nükleer Güç Santralinin söküm sürecinin sonuna kadar Proje Şirketi’ne tahsis eder. Santralin kurulacağı ve Türk devletine ait ilave arazi de Proje Şirketi’ne bedelsiz olarak tahsis edilir. Gerekli olursa, Proje Şirketi ilave arazi için Orman Fonu’na gerekli ödemeleri yapar”. Gördüğünüz gibi yalnızca santral inşası için öngörülen arazi değil, ilave araziler de Rusların hiçbir zaman %51’in altında hisseye sahip olmayacakları Proje Şirketi’ne bedelsiz olarak veriliyor, şirketten “gerekli olursa” Orman Fonu’na ödeme yapması bekleniyor. “Gerekli olursa…”

İmzalanan anlaşma ile Türk tarafı aynı zamanda gerekli görülmesi halinde özel mülkiyete konu başka arazilerin de kamulaştırılabileceğini ifade ediyor. Ayrıca Proje Şirketi’nde görev almak üzere getirilecek olan yabancı işçi ve personelin ülkeye giriş çıkışları, çalışmaları konusunda kolaylık göstermeyi de taahhüt ediyor. Bkz. Madde 7/2: “Türk tarafı Proje Şirketi’ne yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti kanun ve düzenlemeleri kapsamında Proje ile ilgili olarak ihtiyaç duyulan özel mülkiyete konu diğer tüm arazilerin kamulaştırılması hususunda kolaylık sağlar. (…) Proje ile ilgili olarak yabancıların çalışmasına ilişkin gerekli izinlerin verilmesi kolaylaştırılacaktır”. İlgili maddeden de anlaşıldığı üzere santral inşası ve çalışması sürecinde de pay Ruslara bırakılmış; onlar kendi işçilerini, kendi uzmanlarını, kendi personellerini ülkelerinden getirecekler; Türkiye ise işlerinde kolaylık sağlayacak yalnızca. Hâlbuki hükümet tarafından komisyona gönderilen tasarının gerekçe bölümünde anlaşmanın ilgili maddesi açık olmasına rağmen “şartlar elverdiğinde” santralde Türk personelin yetiştirilip çalıştırılacağı ifade ediliyor. (sayfa:2) “Şartlar elverdiğinde…”

Ve gelelim inşa edilecek nükleer santralin çalışmaya başlaması ile birlikte açığa çıkacak olan nükleer atığın çaresine nasıl bakılacağı meselesine. Anlaşmanın genelinde olduğu gibi hükümet bu konuyu da Ruslara havale etmiş görünüyor. Bkz Madde 12/4: “Proje Şirketi Nükleer Güç Santrali’nin sökümü ve atık yönetiminden sorumludur”. Yani Rusların aslan payına sahip olduğu şirket nasıl uygun görürse nükleer atıklar o şekilde devre dışı bırakılacak. Mersin’in doğasına, insanına zarar verecek, bölgenin turistik yapısına çok büyük bir darbe vuracak bu gelişme karşısında Mersinli sivil toplum örgütlerinin itirazlarını, seslenişlerini duymuyor hükümet ama biz daha derinden, halktan bir haber verelim: Nükleer santralin kurulması planlanan Akkuyu mevkii Mersin’in Gülnar ilçesi Büyükeceli beldesi sınırları içinde. Ve bu beldede yaşayan insanlar nükleer santral kurulacak haberini aldıklarından buyana yerleşimlerinin yaşanmaz bir yer olacağına, sağlıklarının tehdit altına gireceğine inandıkları için yaşadıkları toprakları terk etmeye başladılar. O kadar büyük sayılarla göçler başladı ki Büyükeceli beldesi belde hüviyetini yitirip muhtarlığa düşme aşamasına geldi. Yaklaşık bin kişinin ev ve arazilerini satışa çıkararak beldeyi terk ettikleri konuşuluyor. Bu anlamda sosyolojiye yeni bir kavram daha kazandırdı bu gelişme: Nükleer Göç. Ama bütün bu gelişmeler, o insanların yaşamları, hayat şartları, kayıpları bu hükümetin hiç umurunda değil, bu çok açık.

GEREKLİ OLURSA
Görüldüğü üzere önümüzdeki günlerde TBMM genel kurulunda görüşülecek olan Nükleer Santral anlaşması ve maddeleri pek çok açıdan Rusya’ya büyük avantajlar, getiriler sağlarken Türkiye’ye kendi ülkesindeki bir santralden elektrik satın alan müşteri rolü kalıyor. Bunca açığın farkında olan hükümet tasarının gerekçe kısmında “santralin inşasında “mümkün olduğunca” çok Türk şirketi yer alacak” gibi ek hükümler belirtip, nafile bir çaba ile eksiklerini kapatmaya çalışmış: “Mümkün olduğunca…” Siz 2010 yılında kalkıp “mümkün olduğunca”, “gerekli olursa”, “şartlar elverdiğinde” gibi muğlâk ifadelerle kendi adınıza taahhüt elde etmeye çalıştığınız anlaşmalara imza atarsanız, bırakın hükümetin yıllardan beri propagandasını yaptığı “enerji alanında bağımsız” olmayı, siyasi-hukuki bağımsızlığınız bile tartışılır hale gelir. Anlaşmaya imza koyan Rus tarafı nasıl bir ifade takınıyor peki? Tek bir örnek yeterli: Bkz. Madde 5/4: “Rus yetkili kuruluşlarının Proje Şirketi’ndeki toplam payları hiçbir zaman %51’den az olamaz.” Hiçbir zaman! “Hiç bir zaman” mı “mümkün olduğunca”, “gerekli olursa”, “şartlar elverdiğinde” mi? Hangisi daha dirayetli? Hangisi daha bağımsızlıkçı? Hangisi daha tutarlı? Yorum sizin…

Ali Bilgenoğlu
Odatv.com

Belge icin buraya tiklayiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder