"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

27 Eylül 2010 Pazartesi

Kalemler ve Kılıçlar / 26 Eylül 2010

Bir Yıldan Daha Az Bir Zamanda…

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 24 Eylül’de New York’da CFR (Dış İlişkiler Konseyi) adlı örgütün yuvarlak masasındaydı. Ve bu gizli, masonik, ‘dünyayı işgal’ amacı güden Siyonist oluşumun toplantılarına 3. kez katıldı.

1997'de katıldığı toplantıda CFR’nin konusu Refah Partisi idi. Bu toplantı sonrası Refah Partisi içinden AKP doğacaktı.

Nisan 2001'de Abdullah Gül yine masonik / Siyonist örgütün masasındaydı. Bu toplantıdan sonra AKP iktidara çıkacaktı.

AKP sahneye çıkmadan önce yollardaki taşlar CHP ve MHP’ye temizletilecek, bunun için özel bir görevli Kemal Derviş Türkiye’ye gönderilecekti.

Ve 9 yıl sonra Abdullah Gül, Türkiye’nin ‘tarihi virajında’ yine CFR (Council on Foreign Relations) Dış İlişkiler Konseyi masasına oturdu. Görüşmeler GİZLİ olduğu için, toplantı konusu hakkında Türk milletine bir açıklama yapılmadı.

CFR de ne?

Emperyalizm soyut bir kavram. Emperyalizmin eli kolu kafası yok. Görülebilir değil. Görülenler, CFR, Bilderberg, Trileteral mensupları. Küresel şirketlerin ağababaları, CIA'nin başındakiler, NATO’nun Rassmussen’i, BM’nin Ban Ki Moon’u, İMF’nin Strauss-Kahn’ı, Brooking Enstitüsü'nün Kemal Derviş’i, psikopolitikin Vamık Volkan’ı, dünyayı parçalama uzmanı, Martti Ahtisaari, AB başkanı Rompuy ve bunların ülke içindeki uzantıları…

Dünyaya yön veren gizli örgütlerin en tepesinde CFR var. Yani Dış İlişkiler Konseyi (Council on Foreign Relations.) ‘Küresel Memurlar’ başlıklı yazımda yazmıştım:

‘Bu gizli örgüt, ilk paylaşım savaşı sonrası örgütlendi. Dev şirketlerin sahipleri, ve dünyanın en büyük kan emicileri çekirdek bir yapılanmada birleşti. Başkanı, Avrupa’nın en zengini Lord Rothshields’di. En büyük patlayıcı yapan fabrikalar, tüm savaş oyuncakları bu ailenindi.

Hedefleri tarih boyu diğer istilacılarınki gibiydi: Dünyaya ‘Yeni bir düzen’ kurmak, bunun için ulus devletleri ‘bölüp parçalamak!’

1927'de Amerika’nın en zengin adamı Rockefeller de onlara katıldı.. Dünyayı bir ağ gibi saracaklardı. Nato ve BM genel sekreterleri de, İMF, Dünya bankası başkanları da, AB yönetimi de, bazı devlet ve hükümet başkanları da bu gizli örgüt tarafından ‘atanmaktaydı’.

CFR yani Dış İlişkiler konseyi, Bilderberg ve Trileteral adlı bu gizli örgütlerin mottosu: ‘Herşey tek dünya devleti için!’dir.. Bunun tercümesi, ‘Herşey çok uluslu şirketlerin çıkarı için’dir.

Örgüt’ün onursal başkanı olan David Rockefeller hedefi şöyle açıklamıştır:

‘Dünyada 200 civarında olan devlet sayısı yakın gelecekte 1000’e çıkacaktır. Dünyada ulus devletlerin modası geçmiştir.. Gelecekte devletler, finans sektörü tarafından idare edildiğinde dünyaya barış ve huzur gelecektir..’

Demekki küresel çetenin bekası için, ulus devletlerin tasfiyesi gerekiyor. Küçük olanı yutmak daha kolay. Bu nedenle ulus devletler önce şehir devletçiklere bölünecek sonra enerji ve madenler, su kaynakları ele geçirilecek. Planın özeti bu.

Planın hayata geçmesi , CFR’ye sadık devşirilmiş ‘siyasiler’e bağlı …

‘AKP’nin tüzük ve programında CFR imzası var.’

AKP bir CFR projesiydi. Amerikan gizli devletinin bir ürünüydü. Arslan Bulut ‘Küresel haçlı seferi’ adlı eserinde yazıyor:

‘New York'tan gönderilen memorandumda belirtilen Türkiye'nin şehir devletlerine ayrılması plânı, AKP Program ve Tüzüğüne hemen hemen aynı ifadelerle’ geçirilmişti. 2001 yılında bu hükümeti kuracak olanlara New York'tan gönderilen memorandumda 'Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve millî hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır.’ deniyordu.

AKP kuruldu. Program ve tüzük CFR ‘tavsiyesine’ uygundu. Ve 9 yıl sonra gelinen noktada Türkiye yerel yönetimlere ‘geçiş’ konusunda büyük adımlar attı. (Meraklısı Küresel Haçlı Seferinde CFR Memorandum’unun Türkçe ve İngilizcesine bir göz atsın. AKP program ve tüzüğüyle karşılaştırsın.)

Bu adımlar atılırken, küresel çete, başından beri olduğu gibi, sadece AKP ile iştigal etmedi. CHP, MHP ve SP içindeki ‘özel’ kişilikleri de yönlendirdi. Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel operasyonları ELİTLER eliyle yönetti. BASIN YAYIN ve ÜNİVERSİTELER’de darbeler yaptı.

Bunlara muhalefet edecek olanları Kanada’da beslenen hahamların ve benzerlerinin ‘iddialarıyla’ hapise tıkdırdı. TSK’yı önce NATO’yla zehirledi, ardından diğer CFR uzantılarıyla sızma operasyonuna tabii tuttu.

CFR’ce kurdurulan platformlarda, mesela Global İlişkiler adlı platformda, TSK’nın üst düzey mensuplarından, işadamlarına, siyasilere ve akademisyenlere kadar uzanan ‘seçilmiş elitler’ yeraldı. Bu şeytani plana uzak kalanlar, sahnenin de dışında kaldı. Sahne ışıkları altında olanların hepsi, ‘tek dünya’cı Rothshield/Rockefeller camiasının, periferisinde olanlardı.

‘Herşey Ankara’dan çözülemez!’

Şimdi ‘YEPYENİ’ bir anayasa yolda! CFR federasyon anayasası istiyor! Vazgeçilmezi ‘başkanlık sistemi’. Başbakan bu konuyla referandum ertesini açtı. Sonra birden konuyu kapattı. CFR memurları, ‘henüz erken’ ikazı yapmıştı.

‘Daha yavaş ve dikkatli’ adımlar atılacaktı.

Cumhurbaşkanı Gül, son CFR toplantısından sonra mesajı verdi: ‘Herşey Ankara’dan yönetilemez!’di.

CFR memorandumuna uygun olarak önümüzdeki 1 yıl içinde ‘YERELLEŞME /EYALET SİSTEMİ’ yani Rockefeller /Rothshields ‘Tek Dünyacı’ örgütünün nihai hedefi, fısıltılardan konuşmalara, derken yeni anayasaya geçecek ve gümbür gümbür gelecekti.

Türkiye Eyalet sistemine taşınırken, küreselcilerin en önemli iki aygıtının, Türkiye’yi mekan seçtiğini de açıkladı. Küresel sermayenin başkenti, New York, ilk kez yurtdışında bir ‘EYALET İRTİBAT BÜROSU’ açacaktı. İstanbul, evsahibi olacaktı. Doğu’dan sonra Türkiye’nin batısı da olandan kat kat fazla nitelikli ajan kaynayacaktı.

Yine İstanbul, 2011’de UNPF (BİRLEŞMİŞ MİLLETLER NÜFUS FONU)na evsahipliği yapacaktı. (Bu kurumun yakın coğrafyada özellikle balkanlardaki nüfus manüplasyonu faaliyetleri incelenmeye değer.)

CFR, gizli ve açık örgütleriyle üzerinde çalıştığı, ‘İstanbul merkezli yakın Doğu federasyonu’ ve Diyarbakır merkezli Ortadoğu federasyonu’ vizyonunda adım adım ilerliyor..

.. CIA istasyon şefi Paul Henze’nin ‘Türk halkına sabah akşam ‘federasyondan’ bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!’ sözüne uygun olarak televizyon ve gazeteler marifetiyle, ‘federasyon’ ‘yerelleşme’ halk arasında ‘normalleştiriliyor’.

Ve medya ‘Sayın’ APO’nun siyasi bir aktör oluşunu beyinlere çakacak. Bundan sonra hergün her haber bülteninde karşınıza APO ve federasyon söylemi çıkacak

Birkaç ay sonra, 2011’de Türkiye daha sıkışık bir gündemle yaşayacaktır. ‘Zaman daralıyor’ …

Emperyalizmin Türkiye ve bölge planları, bir kukla devletçik ön görüyor. PKK ve siyasi kolu BDP, Barzani ile birlikte CIA ve diğer istihbarat birimleri eşliğinde adım adım ilerliyorlar.

Bunlar ‘boş laf’ olarak niteleyenler, son birkaç günün ‘görüşmelerini özetleyen haberleri alıp duvara yapıştırsınlar!

24 Eylül tarihli Yeniçağ gazetesinde Fatih Erboz haberi:

*Adalet ve İçişleri bakanlıkları ile MİT, Genelkurmay Başkanlığından isimler, Öcalan’la görüşüyor.

*AKP, BDP’yle görüşüyor. BDP , APO’yla görüşüyor.
*PKK, ‘Türkiye ortak düşman!’ şiarıyla İsrail ve Ermenistan’la görüşüyor.
*MİT müsteşarı Hakan Fidan ABD’de CIA ile görüşüyor.
*CIA Direktörü Panetta, Fidan’la görüşme öncesi gizlice İsrail’e giderek MOSSAD Başkanı Dagan’la görüşüyor.
*Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik, Barzani’yle görüşüyor.
*PKK uzantısı STK’lar Barzaniyle görüşüyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül New York’da CFR ile görüşüyor.
Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, Avrupa’da ECFR* üyeleriyle görüşüyor.
Halkla kim görüşüyor? CIA uzmanları ve bağlı memurlar halkla en sıkı fıkı ilişki içinde olanlar…

Bu araba devrilir!

Onlar Türkiye’nin iki cepheli bir çatışma ortamına gireceğinden sözediyor. Yani buna hazırlık yapmaktalar. Henri Barkey, ‘Kürt -Türk ve dinci – laik ekseninde çatışmalar’ bekliyor.

‘Dünyayı ele geçireceğiz!’ diyen küresel sermayenin komuta merkezi CFR emriyle, Türkiye hızlı bir virajdan geçiyor.

Sözümüz odur ki, bu virajın sonunda bu araba devrilir. Enerji anlaşmaları, uyuşturucu işleri, krom ve bakır peşkeşleri, Türkiye, İran,Suriye, Irak’ın parçalı haritaları yollara serilir…

Öncelikle, Güneydoğu’da yaşayan PKK ve uzantısı ağaların elinde tarumar olmuş yöre halkı, bu baskı ve zülme ‘yeter’ diyecektir. Ortak dertlerle kavrulan ülkenin her yanında mazlumlar da giderek seslerini yükseltecektir.

Bunu öngören yabancı istihbarat memurları, milli duruşu, Kürt Türk çatışmasında eritmek isteyeceklerdir.

Her unsuruyla Türk halkı, tüm partilerin içindeki vatansever güçler, bir araya gelecek, başımıza örülen çorabı delik deşik edecektir. Ve tüm bunlar 1 yıldan az bir zamanda gerçekleşecektir.

Bana gelen iletilerde sık sık kızgın bir tonda, ‘Çözüm ne onu söyle!’ diyen kardeşlerime sesleniyorum. ‘Çözüm hepimiziz!. O muhteşem pratik zekamızı kullanmazsak… ezilip gideriz!

*ECFR : European Council on Foreign Relations.

Banu AVAR,
25 Eylül 2010

ESBASKAN

15 Eylül 2010 Çarşamba

İŞTE SEÇİM HİLESİNİN AÇIK KANITI

Aşağıda Yüksek Seçim Kurulunun 21 Ekim 2007'deki Anayasa Değişikliği Referandumu ile 12 Eylül 2010'daki Anayasa Değişikliği Referandumu sonuçları yer almaktadır. Arada 3 yıl 1 ay 9 gün vardır.

21 Ekim 2007'de ülke genelinde (gümrükler dahil) sandık seçmen listesine kayıtlı olan seçmen sayısı: 42 690 252. (http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2007Referandum/Sonuc/sonuc.pdf)

12 Eylül 2010'da ülke genelinde (gümrükler dahil) sandık seçmen listesine kayıtlı olan seçmen sayısı: 52 051 828 (http://www.ysk.gov.tr/ysk/index.html)

3 Yılda Kayıtlı Seçmen Artışı: 9 361 576

**

Şimdi Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) Veri Tabanı 2007 yılı verilerine bakalım. (http://report.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2=&report=turkiye_yasgr.RDF&p_yil=2007&p_dil=1&desformat=html&ENVID=adnksdb2Env)

Bu tabloda 15-19 yaş sütununa dikkatle bakın. 15-19 yaş aralığındaki nüfus 6.157.033

Bu nüfus aralığında 19 ve 18 yaşını tamamlayanlar 2007 yılında da oy kullandıklarından 15-16 ve 17 yaş aralığında kaç kişinin olduğunun bulunması gerekiyor. Bu da hata payıyla 6.157.033'ün yaklaşık 3/5'i ( % 60'ı) dir. Buradan hareketle 2007 yılında 15-17 yaş aralığında olup 2010 yılında seçmen yaşını dolduran kişi sayısının yaklaşık olarak 3.695.000 olduğu görülmektedir.

O zaman 2007 yılı referandumunda 42.7 milyon olan kayıtlı seçmen sayısının 2010 yılı referandumunda nasıl 52 milyona çıktığının yani yaklaşık 9.5 milyon artttığının izah edilmesi gerekmektedir. Aradaki nüfus artışı ile izah edilemeyen fark 5.7 milyondur.

Bu durumda iki olasılık vardır, ya 2007 yılı kayıtlı seçmen sayısı hatalıdır ya da 2010 yılı. İki olasılık da birbirinden beter sonuçlar doğuracaktır.

Gelelim YSK'nın 2009 yılı Mahalli İdareler Seçim Verilerine. 29 Mart 2009'da yapılan bu seçimde YSK verilerine göre kayıtlı seçmen sayısı (cezaevleri dahil) 48.049.446 'dır. (http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2009MahalliIdareler/ResmiGazete/IlGenel.pdf)

Oysa ki 12 Eylül 2010 referandumundaki kayıtlı seçmen sayısı 52.051.828' dir. Aradaki fark 4 milyondur. 1.5 yılda nasıl bu kadar artış olmuştur? TÜİK'in ADNKS Veri Tabanına Göre 2009 yılında 15-19 yaş aralığındaki nüfusumuz 6.234.620'dir. (http://report.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2=&report=turkiye_yasgr.RDF&p_yil=2009&p_dil=1&desformat=html&ENVID=adnksdb2Env)

2009 yılından 2010 yılına 5 yıllık yaş aralığının 1.5 yılı (% 30'u) seçmen havuzuna gireceğine göre bu bir buçuk yıl aralığındaki nüfus yaklaşık olarak 1.9 milyondur. (6.235x0.3). O zaman 2009 mahalli seçimlerinden bu yana kayıtlı seçmen sayısının nasıl 4 milyon arttığının da izah edilmesi gerekmektedir. Aradaki fark 2 milyondan fazladır.

Bu sorulara yanıt verilememesi irdelediğimiz seçim ve referandumlara şaibe gölgesinin düşmesine neden olacaktır.

Dr. Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri
Odatv.com

13 Eylül 2010 Pazartesi

ARTIK ÖNÜMÜZDE BU TÜRKİYE VAR

Bir referandum süreci daha sona erdi ve AKP anayasa değişiklikleri kabul edildi. Sonuçların Yüksek Seçim Kurulu tarafından Resmi Gazete’de açıklanmasından itibaren değişiklikler yürürlüğe girecek.

Başta siyasiler, “evet’çi” cephenin yürüttüğü propagandalar yalan, demogoji, tehdit ve şantajla doluydu. Yapılan baskılar o düzeye çıktı ki, mahalle ya da toplumsal baskıya dönüşüp, gözdağı verme, korkutma aşamasına kadar geldi.

Her şeyden önce değişikliklerin tümünün tek oylamaya sunulması, halkın iradesine saygısızlık ve o irade üzerine ipotek koyma anlamı taşımaktaydı. Yargı bağımsızlığını yok edip AKP yargısı yaratacak değişiklikler, “temel hak ve özgürlükleri geliştiriyoruz” ile “sendikal hakları artırıyoruz” tezgahlaması ile halkın gözünden kaçırıldı.

TEHDİTLER TUTTU
Başbakan ve bakanların tehdit edici söylemleri, çeşitli toplum kesimleri üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Başbakan;

“Dostluğumuz ne kadar değerliyse, düşmanlığımız da o kadar şiddetlidir”,
“Bitaraf olan bertaraf olur”,
“Hayır diyenler darbecidir”,
“Hem hayır diyeceksiniz, hem toplu sözleşme isteyeceksiniz”,
“Bugün evet diyenlere sessiz kalanlar, yarın huzurumuza geldiğinizde biz de size sessiz kalırız”,
“Hayır cephesinde CHP, MHP, BDP, TKP, İP, YARSAV ve çeteler var”,
“Dedelerden talimat alma devri bitiyor.”

Söylemleriyle, bir yandan hayır diyen tüm yurttaşları darbecilikle suçlarken, öte yandan iş adamlarını ve YARSAV’ı yok etmekle tehdit etti, meslek odalarını ve kamu görevlilerini uyarmaktan, Alevileri karşısına almaktan çekinmedi.

İŞ ALEMİ YANAŞIK DÜZENDE
Sanayi ve Ticaret Bakanı “Referandumda hayır çıkarsa iş adamları beni aramasın” deyip, bu tehdide katıldı.

AB üyelik sürecinden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış, iftar çadırında yaptığı konuşmada, “Bu paketin içeriğini okuduktan ve ülkeye neler kazandıracağını gördükten sonra bu pakete ‘hayır’ diyenlerin ya aklından zoru vardır ya da vatan sevgisiyle ilgili bir sıkıntısı vardır” diyerek, kendisi gibi düşünmeyenlere hakaret etti.

“Evet” kampanyasına destek veren Fethullah Gülen, önce “herkes hatta mezardakiler bile bu değişikliklere evet oyu vermeli” derken, sonra bununla da yetinmedi ve evet’çilere bir de görev verdi: “Herkes en az 10 kişiyi sandığa götürüp evet oyu kullandırmalı”.

HAK-İŞ Başkanı’nın, işadamlarını kastederek, “Anayasa değişikliğine sessiz kalanlar sivil toplum konsomatrisidir” suçlaması, AKP’ye destek vereceğim diye yaratılan başka bir rezaletti.

BEDELLİ ASKERLİĞİN BEDELİ
Baskılar yalnız söylemlerde kalmadı, eylemlere de yansıdı.

Kışlaya politika girmesin diyenler, Bayram ve Cuma namazları sonrası cami avlusunu “evet” mitingi alanına dönüştürmekten çekinmediler.

İftar sofraları ve türbe ziyaretleri “evet” mitingine dönüştürüldü.

Oy avcılığı için bedelli askerlik ısrarla gündemde tutuldu; prim ve vergi borçlarının yeniden yapılandırılması sözleri verildi; esnaf kredilerinin faizleri düşürüldü; üniversite harçlarına zam yapılmadı.

AFİŞ ASANA 250 LİRA
Tüm bilboardlar “evet” afişleriyle donatıldı. Evlerine “evet” afişleri asanlara 250 TL verildiği söylendi.

Başbakan muhtarlara “evet” denilmesi çağrısı içeren yazılar yazdı. Valiler ve kaymakamlar sosyal yardımlaşma fonu kesesinin ağzını sonuna kadar açtılar; kömür, gıda, para yardımları hız kazandı.

Kaymakamların köy muhtarlarına, “şayet köyden evet oyu çıkmazsa KÖYDES projesinden yararlanamayacakları” baskısı yaptığı basında yer aldı. (Sözcü, 02.09.2010)

Yandaş medyanın yoğun “evet” programları RTÜK tarafından görmezden gelinirken, karşıt görüşü savunan medya organlarına ceza yağdı.

Bir cemaat lideri “Referandum günü sandığa gitmek yerine umreye gitmek büyük vebaldir” diyerek “evet” propagandasında dini kullanmaktan çekinmedi.

Kısaca tüm Devlet olanakları ve gücü “evet” lehinde kullanıldı.

KİM TEKME TOKAT YEDİ
Bununla da yetinilmedi, baskı şiddete dönüştü. Denizli’de evinin karşısındaki “evet” afişini indirmeye çalışan emekli öğretmen, İstanbul Bahçelievler’de ve Ümraniye’de “hayır” bildirisi dağıtan CHP kadın kolları üyeleri ile Yeni Parti gençlik kolları üyeleri, sopalı saldırıya uğrayıp acımasızca dövüldü. Gaziantep’te üzerinde “hayır” yazan tişört giyen bir genç ile İzmir’de “hayır” çıkartması yapıştırmaya çalışan Türkiye Gençlik Birliği üyeleri polis tarafından gözaltına alındı.

Polis, “evet” propagandası yapanlara göz yumarken, “hayır” kampanyası yürütenlere göz açtırmadı.

Kamu yararına çalışan dernek statüsünde olduğu gerekçesiyle Atatürkçü Düşünce Derneği ve Halkevleri’ne propaganda yasağı getirilirken; her biri aynı statüde bulunan Türkiye Yazarlar Birliği, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), Türkiye İşadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu (TUSKON), Fakir ve Muhtaçlara Yardım Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Anadolu Sakatlar Derneği ve Kızılay’ın, kısaca siyasal iktidara yakın vakıf ve derneklerin “evet” kampanyasına göz yumuldu.

İşte bu baskılar sonucu, AKP anayasa değişiklikleri halkoyunda kabul edildi.

REFERANDUMA BİLGİSAYAR KATKISI VAR MI
Bu sonuca elektronik sisteminin katkısı oldu mu, onu bilemeyiz. Ancak bu konuda iki hususu hatırlatmak isteriz. CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’ın, halkoylamasında seçim sistemine müdahale edilerek, yazılımın % 52-53 “evet”e göre programlanacağı; oy kullanmayanların bir kısmının kullanmış gibi gösterilerek “evet” hanesine kaydırılacağı kuşkusu bulunduğunu dile getirdiği gazetelerde yer aldı.

Arkasından, daha halkoylaması yapılmadan ve sonuç belli olmadan, sanki değişiklikler kabul edilmiş gibi, Adalet Bakanlığı’nın, HSYK’na seçilecek 1. sınıf yargıç ve savcılar için çalışma başlattığı, adliyelere ve bölge idare mahkemelerine gizli listeler dağıttığı ve seçilmesini istediği kişileri empoze etmeye çalıştığı, YARSAV Başkanı tarafından açıklandı.

Son olarak, kırsaldaki kadın seçmenin, cemaat ve tarikat üyelerinin ve aşiret mensubu seçmenlerin, ne yazık ki oylarını kendi iradeleriyle kullanmadıklarını da eklemek isteriz.

ANAYASA MAHKEMESİ AKP’LİLEŞECEK Mİ
Ve sonuç…

1) Anayasa Mahkemesi yönünden:

Bu sorunun ilk yanıtını Başbakan’ın İzmit mitinginde yaptığı konuşmada bulmaktayız. Diyor ki Başbakan; “İnşallah 12 Eylül milat olacak. Hukuk, adalet, sosyal devlet adına yeni bir başlangıç olacak. Daha kapsamlı bir anayasa için önemli bir adım olacak. Bu yaptığımız değişiklik her şey değil. 2011 genel seçimlerini de farklı kazanacağız. Daha farklı, daha güçlü geleceğiz. O zaman anayasa üzerinde yapacağımız değişikliğin kilidini oluşturuyor. Şimdi bu adımı atıyoruz.”

Yani bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni daha İslami bir yapıya kavuşturacak, federasyon ve bölünme getirecek, başkanlık sistemini kabul edecek anayasa değişiklikleri yapılacaktır. Ancak, bu değişikliklere “dur” diyecek bir Anayasa Mahkemesi bulunmayacaktır. Böylece, “ulus devlet”, “üniter devlet”, “laik devlet” yapısına veda etmek, bölünmüş bir ülkede “ılımlı İslam Cumhuriyeti” rejimini yaşamak zorunda kalınacaktır. Belki de bu değişikliklerin çoğu, Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmeyeceğinden emin oldukları için, yasayla gerçekleştirilecektir.

“Laiklik” ve “bölünmez bütünlük” ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olan bir siyasal partiyi kapatacak bir Anayasa Mahkemesi de bulunamayacaktır.

Kararlarıyla çağdaş, laik, aydınlanmacı Türkiye Cumhuriyeti rejiminin sürmesini sağlayacak bir Anayasa Mahkemesi’nden yoksun kalınacaktır.

Ve son olarak, AKP, Başbakan ve bakanların Yüce Divan’da yargılanma olasılığına karşılık “kendi yargıcını” yaratmış olacaktır.

Etkili bir anayasal denetim, muhalefet ve azınlık için, çoğunluğun tahakkümüne karşı bir hukuksal frendir. Türkiye artık bu frenden yoksundur. İktidarın gücünü, demokrasiyi yok etmemesi için sınırlandıracak bir Anayasa Mahkemesi bulmak, artık olanaksızdır. Böyle bir denetimsiz sistem, sivil diktaya, parti devletine ve tek adam yönetimine yol açacaktır.

YARGIÇLAR CEZALANDIRILACAK
2) Hakimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu yönünden:

Değişiklikler sonucu yaratılan yandaş bir HSYK aracılığıyla,

- Yargıçlar ve savcılar, cezalandırma ve ödüllendirme yönteminin de yardımıyla daha da baskı altına alınarak, bağımsız ve tarafsız karar vermeleri önlenecek, siyasal iktidar gibi düşünüp karar vermeleri sağlanacaktır.
- Özel yetkili ve önemli yargı yerlerine yandaş yargıç ve savcılar atanacak, hatta giderek tüm yargı yerleri bu duruma getirilecektir.
- Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine, yine yandaş yargıç ve savcılar seçilecektir.
- İdari yargının yetkisi kısıtlanacaktır.

Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ortadan kalkacak, taraflı yargı “adalete güven” duygusunu yok edecektir. Yani, devlete güven yok olacaktır. Artık yurttaşlar, davalı ya da davacı oldukları zaman “adalete” değil, “AKP’ye” sığınacaklardır.

Verdiği kararlarla Türkiye Cumhuriyeti’ni bir hukuk devleti olmaktan çıkarıp, bir korku imparatorluğuna dönüştürecek yargıç ve savcıların sayısı artacaktır. Yandaş yargıç ve savcılarla donatılan, bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren mahkemeler ve yüksek mahkemeler, Atatürkçü yurtseverlerin, laik Cumhuriyet’i savunanların, cemaat ve siyasal iktidar karşıtlarının, hukuk ve ceza davaları yoluyla tam anlamıyla kabusu olacak; bu gibiler tümüyle sindirilip yok edilecektir. Bu yolla bir suskunlar ülkesi yaratılacaktır. Bunun için Hanefi Avcı’nın şu sözünün belleklere kazınması gerekir: “Özel yetkili mahkemelerin yargıç ve savcıları emsalleri ile değiştirilmezse, cemaat karşıtlarının özgürlükleri ve yaşamları güvencede olamaz.”

Tarikat ve cemaatlerin gölgesindeki siyasallaşmış bir yargının adaleti gerçekleştirmesi beklenmemelidir. Siyasal iktidardan yana taraf olan bir yargı, yurttaşların hak ve özgürlüklerini değil, yandaşı olduğu siyasal iktidarın ve onun mensuplarının çıkarlarını koruyacaktır.
Yaratılan yandaş yargı sayesinde Ergenekon, Deniz Feneri, yolsuzluk dosyaları AKP’lilerin istedikleri biçimde sonuçlanacaktır. Artık AKP’liler “yargıya güvenecekler”(!)dir.

Yasal ve hukuksal olmayan telefon ve ortam dinlemeleri; özel yaşamın gizliliği hiçe sayılarak medyaya servis edilen ses ve görüntü kayıtları; usulün hemen tüm kurallarına aykırı ev baskınları, gözaltına almalar ve tutuklamalar; tutukluluğun cezaya dönüştürülmesi; Türk hukuk tarihinde ilk kez, yüksek yargıya alt mahkemelerin başkaldırması; Yüksek Askeri Şura toplantılarından çok kısa süre önce ya da toplantı sırasında verilen “yakalama” ve “ifadeye çağırma” kararları, bu değişiklikle yargının ne duruma geleceğinin göstergeleridir.

KAMPLAŞMA DERİNLEŞECEK
Özelleştirmelerin 31 milyar dolara denk düşen % 78.8’lik bölümü, yargının tüm hukuksal direnmelerine karşın AKP iktidarı döneminde gerçekleştirilmiştir. Yine 80 yıllık Cumhuriyet döneminde yabancılara ancak 1 milyon metrekare toprak satılmışken, AKP döneminde yabancılara yapılan satış 54.5 milyon metrekareye ulaşmıştır. Bu anayasa değişikliğinden sonra, önünde yargı denetimi kalmayan özelleştirmelerde ve satışlarda patlama yaşanması kaçınılmazdır.

Daha önemlisi toplum, kamplara ayrılacak ve bölünecektir. Bu bölünme şimdi bile yaşanmaktadır. Laik-Dinci, Türk-Kürt, Sünni-Alevi bölünmesi toplumu sarmıştır. Yargıda bile “bizden-öteki” ayrımı yapılmakta, öteki’ne güvenilmemektedir. Bir yanda Batı’dan destek alan şeriatçı, bölücü/ayrılıkçı, 2. Cumhuriyetçi, liberal solcu güç birliği; öte yanda laik, demokratik Atatürk Cumhuriyeti’ni yaşatmaya kararlı yurtseverler.

İRANLAŞMA YOLU AÇILDI
Bu değişikliklerden sonra, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Hükümet, Ordu, yargı, üniversiteler, güvenlik güçleri, istihbarat örgütleri, medya, sivil toplum örgütleri ve sermaye, doğrudan ya da dolaylı biçimde AKP’nin kontrolüne girecektir. Bugüne kadar muhalefeti dikkate almayan, farklı görüşlere hoşgörü göstermeyen, kendi iradesini milli irade olarak gören, basın özgürlüğünü tanımayan, özel yaşamın gizliliğine saygı duymayan siyasal iktidar, bundan sonra, ele geçirdiği yargıyı da kullanarak daha da otoriter bir yönetime kayacaktır. Nitekim bunun sinyalini İçişleri Bakanı vermiş, “Bu paket yasalaştıktan, anayasaya girdikten sonra farklı bir Türkiye olacak” demiştir.

İnsan hakları savunucusu, Nobel ödülü sahibi İranlı yazar Şirin Ebadi ile bitirelim. Ebadi, “İran’da İslamcı rejimin” ilk adımı yeni bir anayasa yaparak attığını, anayasal düzenin “birkaç kişinin eline geçtiğini” söylüyor ve bu anayasal düzen hakkında şunu vurguluyor; “Yüce lider, yasama, yürütme ve yargı güçlerini elinde tutuyor, parlamentoya, halka ya da başka yasal bir kuruma hesap vermiyor”. Ebadi’ye göre, Türkiye’de İran’ın yolundan yürüyor.

Bülent Serim
Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri
Odatv.com

GÜCÜM BURAYA KADAR BAĞIŞLAYIN

Şok şok… 12 Eylül referandumu MHP’yi parçaladı. Bu sütunlarda yazdığım Zehirli Balık yazımda derinliğine belirtmiştim, cemaat dokunduğu her şeyi zehirleyip dağıtıyor, diye. Ağar’ın partisi, Milli Görüş, Büyük Birlik ve nihayet MHP cemaatin ölümcül dokunuşuyla darmadağın oldu. MHP Devlet Bahçeli’nin büyük çabalarına karşın varlık sebebi-her şeyi olan Orta Anadolu’da hüsrana uğradı. Sadece Ankara’nın son belediye seçimlerini düşünün, Mansur Yavaş ve CHP’nin oyları AKP’yi kıl payı ikiye katlıyordu. MHP tam bir parçalanma yaşıyor. MHP 12 Eylül öncesi dinamizmini anti-komünizmden alıyordu ve MHP saflarını oluşturan köylü kitlelerle şehirli kitlelerin ayrışması hiç hissedilmiyordu. Şimdi MHP’li kitlelerinin hiç affedemeyeceği AKP’nin Habur ve Suriye sınırının satılması olayına rağmen oylarının nerdeyse yarıdan çoğunu kaybetmesi, Türkiye’ye yepyeni ve beklenmedik bir şok yaşatıyor. Bu inanılmaz şok’un boyutlarını ilk görmek isteyen ise Devlet Bahçeli’dir, anında erken seçim çağrısında bulunup, gerçek hasarın boyutlarını öğrenmek zorunda kalmıştır. 1960’lı yılların sonundan beri Orta Anadolu’da esip gürleyen MHP tam anlamıyla bir felaket yaşıyor.. Devlet Bahçeli’nin cemaate karşı tavrı çok iyi bilinmesine rağmen, cemaate karşı tavrını çok yaygın ve kitlesel olarak meydan meydan dillendirmemesi bugün feci bir hüsranla sonuçlandı. Oysa Devlet Bahçeli’yle MHP Türkeş’in dahi rüyasında göremediği oy oranlarına kavuşmuş ve yine Devlet Bahçeli’yle MHP hem şiddetle mesafe koyup hem mafyatik kabadayı çapulcu denilen kitlelerle bağını kopartıp tam bir şehir partisi olmuştu. Sonunda Türkiye’deki her şehirli partinin acı sonunu paylaştı, MHP de köylüleri şehirlilerinden fazla Orta Anadolu’nun partisiydi şimdi o da hem de başta Yozgat, Erzurum, vs., olmak üzere aforoz edildi ve yok olmak üzere..

Velhasıl seçim sonuçlarını en iyi tahmin eden anket şirketi yine o, bu, şu değil, rahmetli Aziz Nesin çıktı.

Seçimin mağlubu yine aynıdır ve Türkiye’nin sosyolojik gerçeğine ayak uyduramayan şehirli oylar, varoşlara ve köylülere karşı yine büyük bir hezimet yaşamıştır. AKP’nin oy aldığı aynı bölgeler elli yıldır sağ siyaseti besledi. Değişen bir şey yok, daha önce Menderes, Demirel, Özal, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ve benzerleri, köylü, kurnaz, göz göre göre insan evladını utandıran yalan ve hırsızlıklarıyla seçimi nasıl kazanmışlarsa sağcı oylar yine aynı yoldan Türkiye’nin siyasetini belirlemeyi sürdürmüştür.

Bu seçimde değişen ise, büyük medyanın tümüyle bu köylü varoş gerçeğini kabullenip hayati bir can simidi gibi bu yalan ve hırsızlıkları hem örtbas etmiş hem de her sağcı siyasetçi gibi bu gerçeğe ayak uydurmayı tek çıkar özgürlük yolu olarak görmüş olmasıdır.

GÜNEŞ PENSİLVANYA’DAN DOĞDU DOĞACAK
Sizler, ey okuyucular, siz de yarın bir istikbaliniz olsun istiyorsanız, bu köylü, kurnaz, hırsız, yalancı düzenbaz gerçeği bugünden, henüz yirmili yaşlarda fark edip kendinizi bizim gibi fazla yormayın..

Daha dün devletin en mahrem en gizli dairelerinden sınav soruları çalındı ve onlarca yıldır aynı yoldan çalınıp savcılar ve polisler yetiştirilip devleti ele geçirme planları açığa çıkmıştı. Bu kadar açık hırsızlıklara rağmen, AKP yüzde 58 oy alıyorsa, yaşasın Hırsızlar, Yaşasın bu hırsızları bağrına basan örtbas eden medya diye, takdir etmekten başka ne yapabiliriz.

Ey ülkesi için üzülen genç çocuklar, alkışlayın hırsızları, alkışlayın hırsızlıkları kim yaptı diye hiç sormayan özgürlükçü medyanızı.. Bugünden tezi yok kararınızı verip saflarınızı değiştirin, hırsızlar cemaatçiler yandaşlar Türkiye’yi ele geçirdi, sadece TRT’nin on-onbeş kanalı var, birinde olsun iş bulabilirsiniz, yolunuz Engin Ardıçlar’ın Yeni Şafaklar’ın Milli Görüşçüler’in Mehmet Ali Birandlar’ın Mehmet Barlaslar’ın Vakitçiler’in yolu olsun.. Şaklabanlık yalakalık rehberiniz olsun.

Yürüyün hırsızlar kim tutar sizi..Bu kadar aleni, fesupanallah dedirten yalanlara rağmen büyük kitleler yine size oy veriyorsa, bu ülkede hiç aç kalmazsınız, talihiniz sonsuza kadar açık olsun.

Genç adam, gördünüz işte elli yılın sağ iktidarlarının hazırladığı acı gerçeği, siz siz olun bu hayal kırıklığını bir daha yaşamayın. Gördünüz işte dağ başını hırsızlar almış, güneş ise Pensilvanya’dan doğdu doğacak. .Bugünden tezi yok, maaşlarınız düzgün öngörüleriniz hep sağlam ve siz ziftlenirken halkımız hep yanınızda sırtınızı gururla sıvazlayacak, bu acayip tabiat gerçeğine karşı fazla direnemezsiniz, fareler dokuz dokuz aslanlar tek tek çoğalır, insanlık ülküsü demokrasiye teslim olun, siz de bugünden tezi yok Okyanus Ötesi’ne selam durun.

HAYIRLI OLSUN
Velhasıl bize de takdir etmek düşer, sınav sorularını çalan derin devletin sahipleri kendilerini daha derin kılmak için bu çalınmış sınav sonuçlarıyla on yıllarca polisler savcılar yetiştirdiler ve hepsinin gayretiyle işte adaletine özgürlüklerine ve ahlak’ına hayran olduğumuz müthiş bir iktidar yola çıktı, insanlığa hayırlı olsun..

Referandum sonuçları Pensilvanya’ya hayırlı olsun, Amerika’ya hayırlı olsun, AB sözcülerine hayırlı olsun, yandaş medyaya ve bilumum köşe yazarlarına hayırlı olsun, büyük medyanın Turgay Ciner’ine hayırlı olsun, NTV’nin sahibi Ferit Şahenk’e hayırlı olsun, maden ruhsatlarına eline geçirenlere hayırlı olsun, derelere hidroelektrik santralı için yola çıkanlara hayırlı olsun, eski kaşarlanmış solculara eski köfte ülkücülere hayırlı olsun, buğdayın ithal edildiği ülkede Konya’da yüzde seksen oy verenlere hayırlı olsun, et ithal edildiği bugünlerde Afyon ve Kütahya’dan yüzde yetmiş oy verenlere hayırlı olsun, devleti ele geçirmek için soruları çalıp kendi polis ve savcılarını yetiştirenlere ve göz yuman medyaya hayırlı olsun, kalan yaşamını Kanada’da sürdüren haham Tuncay Güney’e hayırlı olsun..

SKY’dan beni kovanlara da hayırlı olsun, sonra çalıştığım Avrasya TV’yi Digitürk’ten kovup yerine Melih Gökçek’in kanalını koyanlara hayırlı olsun. Yediğimiz ambargo ve sansürler yetmiyormuş gibi adımıza yazımıza programlarımıza Cumhuriyet Gazetesi’nde, Halk TV’de dahi ambargo koyanlara da hayırlı olsun.

Altmış yılın sağ iktidarları Menderesler’e Demireller’e Çiller’e Mesut Yılmazlar’a, hepsine kucak dolusu teşekkürler, işte büyüttüğünüz Türkiye, öpüp koklayın, tıka basa yiyin tıksırın doya doya..

Bana da yuh olsun, Silivri’de hala niye tutuklandığını bilmeyenlere de yuh olsun.

AYRANIMIZ BU, YARISI SU
Yalnız bir tek sana yazıklar olsun Mustafa Kemal Atatürk, yurdumuzu esaretten kurtardın ama ağadan şeyhden kölelikten kurtaramadığın için, kabrinin kutsallığına sığınıp elli yıl sağ iktidarlarla koyun koyuna siyasetçilik yapıp yan gelip yatanların elinde Cumhuriyet oyuncak olduğu için..

Ne bekliyordunuz, paçasını ruhunu cemaate kaptırmış milliyetçi muhafazakar oylar mı umuyordunuz. Devrimci olacak gücü kendinde bulamayanlar sadece köpeklerdir, köpeklerin yalnız kapıları ve sahipleri değişir. Daha dün bir umuttur belki deyip uçmayı bekliyordunuz, bugün mutlak zafer alkışları içinde başbakan ilk konuşmasında Pensilvanya’ya şükranlar gönderip nihayet karanlıklardan aydınlığa çıkacağımız müjdesini veriyor.

Bu toprağın ve Cumhuriyet’in çocukları, yenilgi bizim için sürpriz yeni ve hiç de ilk değil, altmış yıldır alışığız, boy diyenler soy diyenler mezhep diyenler cemaat diyenler, hırsızlar, yalancılar altmış yıldır kazanıyor, ayranımız bu, yarısı su, işinize gelirse..

Artık önünüz açıldı, buyurun Haburlar’a kaldığınız yerden devam edin, artık yandaş medyanızın maaşlarını ikramiyelerle referandum primleriyle ödüllendirin. Artık kime satarsanız satın, artık tıksırıncaya aksırıncaya kadar sabahlara kadar halkın oylarıyla gönül rahatlığı içinde yiyin efendiler, sizi artık kim tutar. Kızılırmaklar’ı Fıratlar’ı ne kalmışsa sekiz yılda yarından tezi yok parçalayın bölüşün üleştirin. Halkın oyunu aldınız mı aldınız, Allah şahit yalnız ve yalnız siz haklısınız. Camii kapılarında sizi alkışlayan Müslümanlara hayırlı olsun, milli görüşçülere hayırlı olsun, artık tek vücut oldunuz, artık tek beden büyük devasa bir halk gücü oldunuz, yürüyün AKP’liler, ilk hedefiniz Akdeniz, bir sahiller mi kalmış, Toros’un dağlarında birkaç köy, Tunceli’de birkaç Alevi mi kalmış, alın ıspanaklarınızı makarnalarınızı hücum AKP’liler, ilk hedefiniz Pensilvanya..

Tuz şeker suda ne kadar kalır, eridik bittik işte, kaç tane dava açtılar hiçbiri bizden diyeceğimiz gazete ve sitelerde dahi haber olmadı, kaç yerden kovulduk, bizden diyeceğimiz yerlerin hepsi dahi karanlıkta boğulmamızı sadece seyrettiler.. Ne bitmez iftiralara suçlamalara maruz kaldık çoluk çocuk dahi bu iftiraları utanmaksızın alayla çoğaltıp şahsımıza hücuma geçtiler.. Geçen bu sekiz yılda en çok yazı yazan en çok konuşan ve en çok dava açılan ve tek bir avukat dahi bulamayan bir yazar olarak, içerden diyebileceğimiz ne kalleşlikler gördük, ne yapalım deyip sustuk.. Şimdi ambargo koyanlar iftira atanlar açık farkla kazandı, yolunuz açık olsun..

Birkaç yalan daha ha gayret, birkaç fırıldak daha, birkaç kömür yardımı daha, rötatifleriniz, milyar dolarlarınız, ihaleleriniz her şey ülkemizin menfaati için, adalet hukuk için, ha gayret az kaldı. Ülkemiz artık yarına kalmaz özgürlük ve hürriyetlere kavuşacak. Halk size oy verdi mi verdi, artık milyar dolarları utanarak gizleyerek değil aleni açık gün ortasında yemeniz için kapılar ardına kadar açıldı. Utanılacak gizlenecek dokunulmazlıklara sığınılacak hiçbir yasa kalmadı. Nasılsa hesap soracak hakim savcı hukuk kalmadı, artık size oy verenlerin “Ya Allah Bismilah Allahüekber” sloganlarıyla cami önlerinde topluca “euzubillah” der amin der yersiniz.

Size de yuh olsun, yandaş medyanın ekranlarına gidip güya horoz dövüşü yapan sahte kahramanlar, onurunuzla köşenizde bir başına oturmayı beceremediniz. Liberallere övgüler düzen ek’ler çıkartan, kuyruk yağından kakırdak gibi Cumhuriyet Gazetesi’nden ne bekliyordunuz, ne yaptığını kimsenin bilmediği Halk TV’de televizyonculuk oynayanlardan ne bekliyordunuz, ülkesinden habersiz, şahsi bencillik ve kaprislerinin adını ilerici solculuk koyanlardan ne bekliyordunuz? İktidarın bir tokadını yiyip korkudan ebediyen susup kaçanlardan ne bekliyordunuz, bertaraf oldunuz işte, paracuklarınıza ışıltı ekranlarınıza hanım spikerlerinize sabahlara kadar doymadığınız tartışmalarınıza, hayırlı olsun..

Ne bekliyordunuz, bu toprağın ekmeği sağcılara portakal dilimi şeftali gibi hep sulu yumuşacık iştahlı ve şehvetli, bize hep taş gibi kemik gibi hep sert oldu..

GÜCÜM BURAYA KADAR, BAĞIŞLAYIN
Şimdi dünden daha yalnız ama dünden daha güzelim.. Onların oy çuvalları var bizlerin her biri ayrı değer milyonlarca tek tek kendi örgüt gücü var. Onların gücü çöl tozu gibi tozu dumana katan medya örtbasları, yalanlar, iftiralar, bizlerin gücü ise doğru dürüst cesurca söylenmiş tek tek kelimeler, her biri üzüm tadında.

Şimdi başlıyor dünyada var olma heyecanı, insanlıktan süzdüğüm tek bilgi, düşünen hiç kimse ağalara şeyhlere siyasilere kolay av olmadı..

Çekeceğimiz daha çok acılar var, daha çok yanıp kavrulacağız, meyve şekerinin tadından kim usanmış, kim usanmış güzelden.

Şimdi başlıyor ülke cumhuriyet bağımsızlık aşkınızı bu en karamsar günden başlayarak ebediyen sınamaya..

Ben de bilmiyorum kardeşlerim gözlerini aşka aşkla kapatanların, gözlerini iftira ve yalanlara kapatanlarla savaşı nasıl ne şekilde sonuçlanır, vallahi bilmem..

55 yaşındayım dayanamazsam da artık sabredeceğim, bu maçı daha ne çok maçı kaybettik kaybederiz, ama Sadi’nin lafıdır, kimse sevgilime çirkin diyemez, sırtımdan bıçaklar yesem de…

Bir de özel notum var, referandumdan birkaç gün önce söylemiştim, artık yazacak konuşacak maddi gücüm imkanım kalmadı, ambargolara ve bedava yazıp çizmelere ve bitmeyen mahkemelere karşı bugüne önceden yazdığım 25 kitaptan birkaç lirayla gıdı gıdına geldik, kararım şu, gelecek seçimlerden bir iki ay önce yine yazıp konuşma imkanım olursa çıkar görevimi yaparım, içinizde en çok konuşan en çok yazı yazan kardeşinizim, gücüm buraya kadar.. Bağışlayın.. Belki arada bir Serdar Akinan’ın Mızıkacılar Sitesi’ne çıkar beş on dakika konuşuruz. Nazım’ın hiç bilinmeyen ama en güzel şiiridir, ‘rüyamda yari gördüm şöyle belden yukarı, bulutların ardından ay gibi gider, o gider ben giderim, hepsi bu kadar..’ Şimdi bırakmadan önce yazarlığı son satırına gelmişken yazarlığım, şiirimiz ne diyor yorumlamak istiyorum, son cümlem:, ‘rüyamızda bulutların ardından akan yarimizi görmüştük, hepsi buydu, hayat dünya her şey işte hepsi bu kadarcık..’

Nihat Genç
Odatv.com