"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.” diyecektir. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, "Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir." İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!"

23 Ağustos 2010 Pazartesi

HANEFİ AVCI'NIN KENDİSİ BİR BELGEDİR

Türkan Saylan öldü gitti, yaşlı kanser hastasının evi arandığı gece TV'ye çıkan Nazlı Ilıcaklar ne diyordu: iddialar var efendim, iddialar. Karşı taraf delil yok belge yok, kanunsuz isnatsız yaka paça insanları tutukluyorsunuz diye çırpındıkça, her Allah'ın akşamı yüz çeşit TV'ye çıkıp iddialar var efendim efendim yaygarasını bastılar. Erol Manisalı alındı belge sorduk, iddialar var efendim dediler, Kanadoğlu'nun evi arandı belge sorduk, iddialar var efendim, İlhan Selçuk niye alındı, iddialar var efendim. Bu Ergenekon Balyoz haksız tutuklama sürecinin adını, 'iddialar var efendim' diye koyabilirsiniz.

Ve Tuncay Güney gibi saçma sapanlığı amatörlüğü karışıklığı tezviratı çok açık bir kişinin Türkiye'de yaşayan herkesi acı acı güldüren komik iddialarına TRT'leri açtınız, yüz çeşit haber bülteni sabah akşam yayın yaptı..

Yetmedi, şaibeli gizli tanıkların ifadeleri kaç yıldır manşetlerden inmiyor, yetmedi, PKK itirafçılarının her uydurduğu kahpece tezgah sözler her akşam TV programlarında saatlerce günlerce aylarca ve yıllarca tartışılıyor..

Şimdi, eski bir istihbarat daire başkanı ve bugün emniyet müdürlüğü yapan ve geçmiş siciline kimsenin dil uzatamayacağı bir devlet görevlisi Türkiye'deki ortaçağ devlet yapılanmasının tam anlamıyla cemaat tarafından yönetildiğini söylüyor. Ve düne kadar suçlayan, iftira atanlar hemen 'savunma' pozisyonuna girdiler.

Ne diyorlar savunmalarında, Hanefi Avcı'nın elinde belge yok, delil yok...

Düne kadar saldırılan bizdik ve delil yok belge yok diye canımız yanarak haykıran bizdik..

Şimdi cemaatçiler ve cemaatseverler 'belge yok, delil yok' diye savunmaya geçtiler..

Roller Hanefi Avcı'nın bir kitabıyla bir günde değişti..

Ancak Türkiye'ye yıllardır hukuk nizamı vermeye çalışan ve yıllardır bize evrensel hukuk incileri söyleyenlerin hukuk bilgilerinin sıfırın altında olduğu da bugün itibariyle ortaya çıktı..

Sayın cemaatseverler, belge yok diyorsunuz, Hanefi Avcı sorgulanır ne olup olmadığı daha iyi anlaşılır.

Taraf Gazetesi'ne kimlerin postaladığı bilinmeyen, fotokopi kesme yapıştırma, halen TÜBİTAK’ından teknolojik kriminal merkezlere kadar kimsenin anlayamadığı her sayfası tartışmalı bavullar dolusu kağıtların her biri belge oluyor, kamuoyunda bir yıla yakın tartışılan şaibeli ıslak imzalar belge oluyor, telefon kayıtları belge oluyor, ama Hanefi Avcı'nın kitabı belge olamıyor… Hanefi Avcı şaibeli kopya bir kağıt parçası değil, canlı canlı karşınızda. Halen görevde. Sicili temiz. Hatta bir dönem çok sevdiğiniz çok yakınınız.

Bilmeniz gereken şudur, bir istihbarat daire başkanının kendisi 'BELGE'dir.. Halen görevde ve sicili temiz bir emniyet müdüründen daha gerçek ve daha büyük HUKUKİ BELGE yoktur.

Yıllardır başımıza alikıran başkesen savcı hakim avukat hukukçu özgürlükçü kesildiniz ama hukuki bir belge'nin ne olup olmadığını hala bilmiyorsunuz..

Bir daha öğrenin, bu bir gizli tanık, bir PKK itirafçısı değil karşınızdaki.. Öğrenin, istihbarat daire başkanının kendisi BELGE'dir..

Öğrenin en değerli HUKUKİ KANIT listesinin başında devletin Emniyet Müdürleri'nin şahitliği gelir…

Nihat Genç
Odatv.com

10 Ağustos 2010 Salı

Ciğerleri Kanıyor

“Yargı” diyordu Baş Bakan, “ciğerlerimizi kanatıyor!”

Ne diyelim haklıdır, ciğerleri kanatan nice yargı adamı var şu beli doğrulmayan memlekette:

✰Yargı adamları var, “mahkeme kararları yok hükmündedir” diyen.

✰Yargı adamları var, dosyayı görmeden, adlarını bilmediği birçok kişinin telefon görüşmeleri kayıt altına alınsın diye kararlar imzalayan.

✰Belediyeleri ne plan ne program dinliyor; yıkıyor, yapıyor, borç-harç içinde yüzüyor; ama yandaşlara ödeyip duruyor. Yargı adamları var, sinema seyreder gibi izlemekle yetiniyor.

✰Yargı adamları var aklına eseni yapıyor; ne yasa dinliyor, ne kural, ne kişilik hakları…

Daha ne yargı adamları var bir bilseniz; hiç ciğerleri kanatmayan!



Namuslu memur var, görevini yerine getiriyor, iş uygunsuz olunca demiri kestirmiyor Emire. Memur görevden uzaklaştırılıyor. İş düşüyor Danıştay’a, memura karşı yasa dışı davranış saptanıyor.

İktidarın ciğerleri kanıyor. Bütçe açık veriyor; en büyük kentin en tarihi yerini Körfez şeyhlerine satıyorlar. Bazı oyunbozanlar, yasa dışıdır deyip yargıya başvuruyorlar. İşte o yargı var ya o yargı; ihaleyi yok hükmünde sayıyor.

Sadrazamın ciğerleri kanıyor da kanıyor! Sınır boyları adı gizlenen yabancılara 49 yıllığına kiralanıyor. Yine bir oyunbozan yargıya başvuruyor. Yargı basıyor kararı; yurt toprağıdır, ulusal güvenliktir, diyor, kiralayamazsın, diyor.

Sadrazamın ciğerleri kanıyor. Böyle yargı mı olurmuş; işi gücü bırakmış yasaları uygulayarak ciğerleri dağlıyor, kanatıyor! Yok, artık başka çare; eşit adalet dağıtacak yargının yerine emir kulu kadı-hâkimler atanacak! Ciğerler kanamamalı; yürekler yağ bağlamalı!



PKK emir üzerine siyasal yaşama katılmalı; kadı-mahkemeler Anayasa, ulusal güvenlik diye tutturmamalı! PKK saldırıp onlarca askeri vuruyor, zamane Padişahı “Münferit olay” deyip gülümsüyor. PKK pusu kuruyor, askerlere kıyıyor; Sadrazam bıyıklarını buruşturuyor; “Bakalım ardında kim varmış?” diyor. O yargı var ya o yargı, pusuya yatmış, yüce divanlar düşlüyor.

Ciğerler kıyım kıyım kıyılıyor; için için yanıyor!



Kim oluyormuş bu yargı?

Kaldırırız yargıyı, kaldırırız Cumhuriyet devletinin kuruluş maddelerini; bakalım, olmayan yargı karar verebilecek mi? Koyarız bizim kadı-hâkimleri mahkemelere, söküp atarız o yargının cüppelerini! Sıkışırsa kadı-hâkimler başvururlar ulemaya!



Sadrazam “yargı” deyince yalnızca cüppeli yargıçları anlıyor! Yasalar, kurallar, yargılama yöntemleri “yargı”dan sayılmıyor. Bir yargıç yanlış karar verirse başvurulacak Yargıtay var, Sadrazam kurumu yargıdan saymıyor!

Devlet yönetimi, hükümetler yasaları uygulamazsa, kurallara aykırı olarak çalışanları ezerse Danıştay var! Sadrazam o kurumu da yargıdan saymıyor. Saymıyor, çünkü o kurumlar emir dinlemiyor. Hele şu Anayasa yıkımına bir “Evet” çıksın, görecek o ciğer kanatanlar!



Türkiye bu ikili hukuk düzenini kaldıramıyor: Yaslarla, kurallarla bağlı, siyasilerden bağımsız bir hukuk düzeni ya da İslam ulemasının emirlerini demirleri kestiği “Şer'i” düzen!

Şimdi söyler misiniz; durum böyleyken şu geçmişin devrimci şef-yazarları ne oldu da, bu gelişmeleri “demokrasinin ilerlemesi” olarak yutturmaya kalkıyorlar?

Çöplüğün Soytarısı, “Bağımsız yargı” diyenlere niçin ama niçin hakaret edip duruyor?

Grev çadırlarının ünlü öğretmeni ne oldu feminist havalarda yeşil-siyah İslam devrimini destekliyor?

CIA’nın muteber adamlarını bir yana koyarsak şarkıcı-aydınlar, kadı-hâkimlerin önünde hangi düşünce özgürlüğünü savunacaklarını sanıyorlar?

Mustafa Yildirim

12 EYLÜL’DE NASIL BİR TUZAK PLANLANIYOR?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dolmabahçe-Bomonti tünelinin açılışında, “12 Eylül’de yapılacak referandumla 12 Eylül darbecilerinin ve onların yardımcılarının hesap vereceğini” söylemiştir. (Vural Savaş, Sözcü, 23.07.2010) Başbakan’ın söylemi, Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasına dayanmaktadır.

Bu söylem gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü, geçici 15. madde kaldırılarak “12 Eylülcülerden” hesap sorulabilmesi hukuken olanaklı değildir. Açıklamaya çalışalım…

1) Öncelikle belirtmek gerekir ki, AKP, Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasını, 12 Eylül’le hesaplaşmak için değil, kendi sivil dikta rejimini sağlayacak yargı darbesine ilişkin değişiklikleri gözden kaçırmak ve bu yolla referandumda “evet” oyu çıkması için araç olarak kullanmıştır. Yani bu geçici maddenin kaldırılması bir “tuzak” değişikliktir.

Çünkü, geçici 15. maddenin yürürlükten kaldırılması 12 Eylülcülerin yargılanmasını sağlayamaz; buna hukuken olanak yoktur.

Her şeyden önce geçici 15. madde bir “af normu” niteliğindedir. 12 Eylül’ü yapanlar için af getirmiş, eylemi suç olmaktan çıkarmıştır. Geri dönüp, “affı kaldırıyorum, eylemi yapanları yargılayacağım demek” olanaksızdır. Aleyhe düzenleme içeren yasaların geçmişe yürümedikleri bilinen bir hukuk ilkesidir. Geçici 15. maddeyi kaldıran yasa da yürürlüğe girdikten sonra hüküm ifade edecek, geçmişe yürümeyecektir.

İkinci olarak, Anayasa’nın 38. maddesine göre, hiç kimse “işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz”. Türk Ceza Yasası’nın 7. maddesinde de, “işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz” kuralına yer verilmiştir. Yine TCY’nın 7. maddesinde, “suç işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır” denilmektedir.

Bu kurallar karşısında, Anayasa’nın geçici 15. maddesinin yürürlükten kalkmasıyla “12 Eylül darbecilerinin ve onların yardımcılarının hesap vereceğini” iddia etmek, hukuk bilmezliğin itirafından başka bir şey değildir. (Vural Savaş, Sözcü, 23.07.2010) Bu yolla, hukuk bilmeyen bilmemesi de doğal olan halk etkilenmeye çalışılmaktadır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, TCY’nın 71, 68 ve 311. maddeleri uyarınca olayda zamanaşımı süresi de dolmuştur. (Av. Uğur Yetimoğlu, Cumhuriyet, 03.08.2010) Bu nedenle de, 12 Eylül darbesini yapanları yargılamak olanaksızdır.

Bu hukuksal nedenler, Anayasa’nın geçici 15. maddesinin yürürlükten kalkmasıyla “12 Eylülcülerden hesap sorulamayacağını” ortaya koymaktadır.

2) Aslında bunu Sayın Başbakan da bilmektedir. Başbakan’ın bildiğini Fethullah Gülen, açıkça dile getirmiş ve “Referandumun sadece 12 Eylül’ün kirlerini temizlemeye ve darbecilerle hesaplaşmaya vesile gibi gösterilmesi doğru değildir. Bu sayede darbecilerden intikam alınacağını düşünmek yanlıştır” (Cumhuriyet, 02.08.2010) diyerek, tarikat ve cemaatleri koruyup kollayan, bu yolla ivme kazanmalarına yardımcı olan 12 Eylül yönetimine sahip çıkmıştır.

Bu söylem, Başbakan’ın özde 12 Eylül yönetimiyle hesaplaşmak amacında olmadığı, geçici 15. maddenin yürürlükten kaldırılmasının “tuzak” düzenleme olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü hiçbir tarikat ve cemaat mensubu kendilerine yardımcı olan ve bugünlere gelmelerini sağlayan bir yönetimden hesap sormaz.

3) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yalova Marina’daki toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Askeri darbelerde nice delikanlılarımız darağacında sallandırıldı, asıldı” diyerek, daha önce parti grubunda yaptığı gibi 12 Eylül’deki idamları, dolayısıyla 12 Eylül’ü eleştirir görünmüştür. (Cumhuriyet, 24.07.2010)

Oysa Sayın Erdoğan, Refah Parti İl Başkanı olduğu o günlerde, idamların önlenmesi için kendisini ziyaret edenlere, “Haşa idam cezalarının kaldırılması söz konusu değildir… Biz kısmet olur iktidara gelirsek Fatih Sultan Mehmet kanunlarını getireceğiz. Düzenin kurulması için idam cezalarının devam etmesini sağlayacağız” diyebilmiştir. (Cumhuriyet, 24.07.2010) Bu saptama da, geçici 15. maddenin kaldırılmasının bir “tuzak” değişiklik olduğunu göstermektedir.

4) 12 Eylül döneminde yapılanlar ile AKP iktidarının son üç yılında yapılanlar arasındaki benzerlikler, amacın “12 Eylül’den hesap sorulması” olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Gerçekten, 12 Eylül 1980’de yapılan darbeden sonra askeri rejim tüm karşıtlarını tutuklatmış, o dönemde insan haklarını hiçe sayan uygulamalar yapılmıştır.

12 Eylül 2010’da durum farklı mıdır? Özel yetkili mahkeme, gizli tanık ve ihbarcı uygulaması getirilerek Atatürkçü, yurtsever, AKP karşıtı aydınlar, akademisyenler, gazeteciler, askerler, politikacılar, tarikat ve cemaatlerle uğraşan savcılar tutuklattırılmış, insanlar yasa dışı yollarla dinlenerek kutsal olan özel yaşamlar alt üst edilmiş, temel hak ve özgürlükler, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi bir yana bırakılmış, yandaş medya yardımı ile insanlar, yargısız infaza tabi tutularak suçlu ilan edilmiştir. Yargı aracılığıyla YAŞ kararlarına bile ambargo konulmuş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düzeni ve disiplini siyasal iktidarın çıkarı doğrultusunda yok edilebilmiştir.

Tüm bunlar, AKP anayasa değişiklik paketinde geçici 15. maddenin kaldırılmasına yer verilmesinin “12 Eylül’den hesap sorulması” amacıyla yapılmadığını ortaya koymaktadır.

5) AKP Anayasa değişikliği çalışmalarına başladığını açıkladıktan beri bu değişikliklerin Atatürk Cumhuriyeti’ni İslami Cumhuriyete dönüştürmek için yargıyı ele geçirmeye çalıştığını, değişiklik paketiyle bunun hukuksal alt yapısının hazırlandığını söyleyip durduk. Bu konudaki hiçbir söylem Fethullah Gülen’in referandumda “evet” denmesini istemesi kadar etkili olamadı, olamazdı.

Prof. Dr. Hakan Yavuz’un nitelemesiyle “AKP’yle koalisyon içinde iktidarı hedefleyen” (Leyla Tavşanoğlu ile söyleşi, Cumhuriyet, 25.07.2010), AKP ile özdeşleşen ve siyasallaşan cemaatin lideri Fethullah Gülen, “O paketin içinde milletimizin istikbali için çok önemli maddeler var; bu itibarla da değişiklik paketi bu yönüyle desteklenmeli ve ‘evet’ oyları bu niyetle verilmelidir. Değil sadece kadını erkeği, çoluğu çocuğuyla hatta imkan olsa mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” diyerek (Cumhuriyet, 02.08.2010), değişiklik paketinin, Cumhuriyet rejimini daha İslami bir yapıya dönüştürülmesi, tarikat ve cemaatlerin Türkiye’yi yönetmeleri önündeki hukuksal engellerin ortadan kaldırılması yönünden ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Demek ki, “12 Eylül’den hesap sorma” söylemi de, değişikliklerin gerçek amacını gizlemek ve referandumda “evet” çıkmasını sağlamak için kurulan tuzaklardan yalnızca biridir.

Bülent Serim
Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri
Odatv.com